AYM'nin Gezi davasından 18 yıl hapis cezası alan TİP Milletvekili Can Atalay hakkındaki ihlal kararına uyulmaması üzerine verdiği ikinci ihlal kararının gerekçesi açıklandı. Yüksek Mahkeme, "Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına" şeklinde karar veren Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin “Türk hukukunda bulunmayan bir karar verdiğini” belirterek kritik bir değerlendirmede bulundu. AYM, Daire'nin söz konusu kararı için, “Anayasa ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun'a aykırı olduğu gibi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda veya diğer kanunlarda bulunmayan bir karar türüdür. Böyle bir karar türünün olması da mümkün değildir” dedi. AYM’nin bireysel başvurularda verdiği hak ihlali kararlarının herhangi bir merci tarafından inceleme ya da denetlemeye tabi tutulamayacağına vurgu yapan Yüksek Mahkeme, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararını “ayrıksı” olarak nitelendirdi.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu 21 Aralık'ta, Gezi davasından 18 yıl hapis cezası alan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ikinci kez hak ihlali kararı verdi. Yüksek Mahkeme’nin hakkında verdiği ihlal kararına uyulmaması nedeniyle yaptığı ikinci başvuruyu inceleyen AYM, "seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ile “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı”nın ihlal edildiğine oy çokluğuyla; "bireysel başvuru hakkı”nın ihlal edildiğine ise oy birliğiyle karar verdi. Yüksek Mahkeme, Atalay'a da 100 bin lira tazminat ödenmesine hükmetti. AYM'nin, hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, infazın durdurulması, tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi için kısa kararı gönderdiği İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise gerekçeli kararı bekleyeceğini duyurdu.
Yüksek Mahkeme'nin Atalay hakkındaki gerekçeli kararı, 27 Aralık tarihinde açıklandı. AYM'nin 31 sayfadan oluşan gerekçeli kararının ardından, gözler tahliye kararı vermesi beklenen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi.
AYM'nin, Atalay kararının uygulanmamasına ilişkin verdiği ikinci ihlal kararının Resmi Gazete’de yayımlanan gerekçesinde, Yargıtay’ın kriz yaratan kararıyla ilgili de önemli eleştiriler ve değerlendirmeler yapıldı.
Mahkemelerce Atalay’ın hükümlü statüsünün sürdürülerek, AYM’nin ihlal kararının gereğinin yerine getirilmediği vurgulanan kararda, “Anayasa Mahkemesi kararlarının yerine getirilmemesi, Anayasa'nın 153. maddesinin altıncı fıkrasında Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı hükmü ile çatışan bir durum ortaya çıkmıştır” denildi. Yüksek Mahkeme’nin, ilk ihlal kararının anımsatıldığı gerekçede, “Buna rağmen mahkeme, usul hukukunda kendisine verilmemiş bir yetkiyi kullanarak ihlal kararının gereğini yerine getirmekten kaçınmış ve dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermiştir. Daire de ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir” denildi.
“Yargıtay’ın yeniden yargılama yetki ve görevi yok”
Gerekçede, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı için, “Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'a aykırı olduğu gibi 5271 sayılı Kanun'da veya diğer kanunlarda bulunmayan bir karar türüdür. Esasen Anayasa'nın bireysel başvuru hakkını güvence altına alan 148. maddesi ve bireysel başvuru kararları dâhil Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığımı düzenleyen 153. maddesi karşısında böyle bir karar türünün olması da mümkün değildir” değerlendirmesi yapıldı.
“AYM’nin ihlal kararlarından sonra yapılacak yeniden yargılamalarda, ihlal hangi aşamada gerçekleşirse gerçekleşsin Yargıtay'ın doğrudan görevli olduğuna dair bir kanun hükmünün bulunmadığı” vurgulanan kararda, bunun tek istisnasının “AYM’nin tespit ettiği bir ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için ilgili mahkemenin Yargıtay olduğuna Anayasa Mahkemesince karar verilmiş olmasına" dikkat çekildi. Atalay’ın yargılamasında ise Anayasa Mahkemesince İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin ilgili mahkeme olarak belirlendiği kaydedilen kararda, bu nedenle Yargıtay’ın yeniden yargılama yetki ve görevi bulunmadığı anlatıldı.
“Anayasa’ya açıkça aykırı hareket edildi”
İlk karara rağmen dosyayı Yargıtay'a gönderen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin de görevini yerine getirmediği ve Atalay’ın haklarını gözeten bir yargılama yapmadığını belirten AYM, mahkemenin dosyayı Yargıtay’a göndererek Anayasa'ya aykırı hareket ettiğini kaydetti. Kararda, “Sonuç olarak, mahkemelerin izlemiş olduğu yöntem, başvurucuyu yargılama güvencelerinden tümüyle yoksun bırakmıştır. Başka bir ifadeyle yeniden yargılama dosyası görevi ve yetkisi olmayan bir mahkemece karara bağlanarak Anayasa'nın 142. maddesinin amir hükmüne ve Anayasa'nın 37. maddesinde yer alan tabii hâkim ilkesine açıkça aykırı hareket edilmiştir” denildi.
“Bireysel başvuru, uyulması zorunlu kararların alındığı bir yoldur”
Bireysel başvurunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin olağan hukuk yollarını kullanarak sonuç alamadıkları bir durumda son çare olarak başvurdukları bir hak arama yolu olduğuna dikkat çekilen kararda, “Bu nitelikteki bir hak arama yolunda verilen kararların yerine getirilmemesi, bireylerin ve toplumun hukuk devletine olan inancını zedeler ve temel Anayasal düzene zarar verir” ifadeleri kullanıldı. Kararın devamında, “Bireysel başvuru hakkının yalnızca AYM’ye erişim ve ‘bağlayıcı olmayan’ bir karar alınması ile sınırlı şekilde yorumlama ve bireysel başvuruyu teorik bir hak olarak görmek, başvurucuların AYM kararının icra edileceğine dair meşru beklentilerine de zarar verir. Halbuki, bireysel başvuru Anayasa’da uyulması zorunlu ve bağlayıcı kararların alındığı bir yol olarak düzenlenmiştir” denildi.
“AYM kararları dikkate alınmayabilecek tavsiye kararları değildir”
Anayasa’nın, Anayasa Mahkemesi’ni diğer bazı anayasal ve yasal kurumlardan farklı olarak “istişari nitelikte görüş bildiren bir organ olarak düzenlemediğine” dikkat çekilen kararda, “AYM kararları, mahkemeler veya kamu gücünü kullanan diğer organlar tarafından dikkate alınmayabilecek tavsiye veya temenni mahiyetinde kararlar olmadığından bu kararların bağlayıcılığı Anayasa’da özel olarak düzenlenmiştir” ifadelerine yer verildi. Kararın devamında, “Nitekim Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin başvuruya konu kararı dışında, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruya ilişkin kararlarının bağlayıcı olduğuna dair Yargıtay ve Danıştay’ın müstakar (yerleşik) kararları dikkate alındığında Türk hukukunda bu konuda bir uygulama sorununun da bulunmadığı görülmektedir” değerlendirmesi yapıldı.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun benzer bir dosyada AYM kararlarının bağlayıcı olduğuna ilişkin iradesine vurgu yaptığı da hatırlatılan kararda, şöyle denildi:
“Dahası başvuruya konu ayrıksı karar veren Yargıtay 3. Ceza Dairesinin çok sayıda kararında AİHM'in, Anayasa'nın 153. maddesinin altıncı fıkrasından doğan bağlayıcı niteliğini dikkate alarak, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya ilişkin kararlarma uygulamada riayet edilmesinden ve etkin bir şekilde uygulanmasından şüphe duyulmasına yer olmadığı yönündeki görüşü aktarılmış ve ‘Asıl olamın haksız, ölçüsüz bir müdahaleye maruz bırakılan temel hakkın bir an önce teslimi olduğuna göre, sair çatışma ve tartışmaların bu değerin önüne geçmesine hukuk düzeninin tekliği' ilkesi de müsaade etmez’ denilmek suretiyle hukuk sisteminin bütünlük değerine atıfla mahkemelerin hukuk sisteminde bütünlüğü sağlayacak yorumu benimsemeleri gerektiği ortaya konulmuştur (bkz. §§ 25, 26). Dolayısıyla uygulamada bireysel başvuruya ilişkin olanlar da dâhil olmak üzere Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığına dair bir tereddüt bulunmamaktadır.”
“Herhangi bir merciin AYM kararlarını denetleme yetkisi bulunmamaktadır”
Anayasa ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu hakkındaki Kanuna göre, AYM kararlarının kesin olduğu vurgulanan kararda, “Anayasa'da ve anılan Kanun'da Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı başvurulabilecek herhangi bir merci öngörülmemiştir. Dolayısıyla kamu gücünün eylem, işlem ve ihmallerinin Anayasa'ya uygunluğunu kesin ve bağlayıcı olarak karara bağlama yetkisi münhasıran Anayasa Mahkemesine aittir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verdiğinde, herhangi bir merciin bu kararın Anayasa'ya veya kanuna uygun olup olmadığını inceleme ve denetleme yetkisi bulunmamaktadır” denildi.
“Keyfi kararlara müsaade edilemez”
Yüksek Mahkeme kararında, mahkemeler ve kamu gücünü kullanan diğer organların AYM kararını uygulamaktan veya gereğini yerine getirmekten hiçbir şekilde kaçınamayacağı vurgulanarak, “Türlü bahaneler ve hukuk tanımaz tutum ve davranışlarla Anayasa'yı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlülüğü bulunan mahkemelerin ve kamu gücünü kullanan diğer organların, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine ve mevcut ihlallerin sürdürülmesine neden olacak şekilde, Anayasa'nın öngördüğü hukuk düzenine karşı koyma anlamına gelen keyfi kararlara hiçbir hukuk sisteminde müsaade edilemez. Dolayısıyla bir hukuk devletinde anayasal hükümlere uymamanın ilgililer açısından cezai, idari ve hukuki sorumluluk doğuracağı açıktır” denildi.
“Anayasa koyucunun iradesine aykırı yorum ve uygulama”
Kararda özetle şu ifadeler kullanıldı: “Anayasa ve kanunlar Anayasa Mahkemesi kararını yerine getirme yükümlülüğü altında olan kamu makamlarına ve somut olayda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine dosyayı farklı bir yargı merciine gönderme yetkisi vermediği gibi, herhangi bir yargısal makama Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını tartışma yetkisi de vermemektedir. Anayasa Mahkemesi kararının bağlayıcılığı, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için hükmettiği yapılması gerekenleri kapsadığı gibi ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak merciin belirlenmesini de kapsar.. Anayasa'nın açık düzenlemesi ve bireysel başvurunun işlevleri nazara alındığında Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi ve hukukun emrettiği yöntemler izlenerek ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmaması Anayasa'nın 153. maddesinin sözüyle açıkça çelişen ve Anayasa koyucunun iradesine aykırı bir yorum ve uygulama olmuştur.
“Tüm güvenceler anlamsız ve işlevsiz hale getirildi”
Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasının reddedilmesi başvurucu yönünden Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan bireysel başvuru hakkına ilişkin tüm güvenceleri anlamsız ve işlevsiz hâle getirmiştir. İhlal kararından sonra yeniden yargılanmaya başlanmamış, başvurucu mahkumiyet hükmünün infazı durdurularak tahliye edilmemiş ve seçilmiş bir milletvekili olarak yasama faaliyetine katılamamıştır. Bu itibarla, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmaması ilgili hakka ilişkin güvencelerin yer aldığı Anayasa'nın 67. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
“Hükümlü statüsünün devam ettirilmesi hukuki dayanaktan yoksun hale geldi”
Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına rağmen halen mahkûmiyet hükmünün infazı kapsamında hükümlü statüsüyle ceza infaz kurumunda tutulmaktadır. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı ile başvurucunun ceza infaz kurumunda hükümlü statüsünün devam ettirilmesi hukuki dayanaktan yoksun hâle gelmiştir. Anayasa Mahkemesi kişilerin -Anayasa Mahkemesi kararına rağmen- özgürlüklerinden yoksun bırakılmaya devam edilmelerini, tutulmanın keyfiliğine sebebiyet veren bir durum olarak kabul etmektedir. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfi olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde dahi uygulanması gereken temel bir güvencedir.
“Yargıtay, Anayasa hükümlerini göz ardı etti”
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisi dâhilinde kalan bir dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesine göndermesiyle başlayan, Dairenin de Anayasa hükümlerini göz ardı ederek verdiği bir kararla şekillenen bu süreç Anayasa'nın sözüne açıkça aykırılık oluşturmuş ve neticede başvurucunun keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasına yol açmıştır. Bu durumda başvurucunun hükümlü statüsüyle hâlen ceza infaz kurumunda tutulması Anayasa'nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin güvencelerin yer aldığı 19. maddesine aykırılık teşkil etmektedir”