Ceviz Ağacının Gölgesinde


*Günlerden bir gün, İstanbul’un en sessiz sabahlarından biriydi. Gülhane Parkı'nın içinden
hafif bir lodos geçiyor, ağaçların yaprakları birbirine yaslanarak fısıldaşıyordu. Parkın içindeki
büyük ceviz ağacı ise her zamanki gibi dimdik, mağrur duruyordu. İşte o sabah, ceviz
ağacının altında, iki kalbin buluşması bekleniyordu.
Nazım Hikmet, randevularına her zamanki gibi erken gelmişti. Cebinde buruşmuş bir kitap,
gözlerinde ise özlem vardı. Ağaç gövdesine yaslandı, derin bir nefes aldı. Henüz zaman
vardı. Beklemenin buruk ama tatlı heyecanıyla dalmıştı düşüncelere ki, parkın uzak ucundan
üniformalı gölgeler belirdi. Polisler...
Nazım'ın kalbi hızla çarpmaya başladı. O yıllarda bir şiir, bir fikir, bir cümle bile insanı
parmaklıkların ardına götürebilirdi. Aranıyordu. Hemen yanı başındaki ceviz ağacına
tırmandı sessizce. Yıllardır dostu gibi bildiği bu ağaç, şimdi sığınağı olmuştu. Yapraklar
arasına saklandı, nefesini bile tutarak.
Tam o anda, buluşma yerine o kız geldi.Saçlarını rüzgâr savuruyor, gözleri endişeyle etrafı
tarıyordu. Ağacın gölgesine yaklaştı, başını kaldırıp baktı. Belki içgüdüsel bir çağrıyla, belki
de yüreğinin sesiyle. Ama göremedi. Oradaydı oysa, en yakında, en uzakta...
Nazım seslenemezdi. Her kelime, kendini ele vermek olurdu. Ağaçta asılı kaldı hem
bedeniyle hem suskunluğuyla. Kız bekledi, biraz daha... Sonra bir hayal kırıklığı gibi
adımlarını sürükleyerek uzaklaştı.
Nazım, yaprakların arasından baktı ardından. O an, aşkın ve çaresizliğin en içli hâliyle,
cebinden bir kalem çıkardı. Kağıdın üzerine titreyen elleriyle şu dizeleri yazdı:
"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
Ne sen bunun farkındasın,
Ne polis farkında."
*(Derleme)