Gelen olmadı, giden de...

 Deprem sonrası depremzedelerden en çok duyduğumuz yakınma: “İlk dört gün hiç kimse gelmedi.” Enkaz altından sesler geliyordu ama gelen olmadı. Ne yazık ki giden de olmadı! Kimse sorumlu değil. Affını isteme mekanizması var ülke yönetiminde: Kapıya konulmak istenen kişiler görevden alınmadığı gibi istifa da etmiyor; yalnızca affını istiyor. Yetkililerden iki kişi istifa etmiş o da milletvekilliğine aday olmak isteyen bir vali ve bir sağlık müdürü. Atanarak yapabildikleri hizmetleri milletin vekili olarak taçlandıracaklar sanırım. Ardı ardına gelen deprem ve yıkımın peşine, yeni kusur ve kusurluları ortaya çıkaran sel felaketi geldi. 2019 yılında eğitimde zorunlu ders olmaktan çıkarılan coğrafya bize ders vermeye devam ediyor. Bölge halkı ve Türkiye içsel bir soru ve sorgulama döneminde. Evini yitirmiş insanların bu seferde çadırları sular altında kaldı. Yine usulsüz yapılanmanın sonucu can kayıpları oldu. 'Nedir bu başımıza gelenler' sorusunun ardına gizlenmiş 'biz ne yaptık' sorusu var gibi. Gölcük depreminden sonra nedenin zina ve ahlaksızlık olduğunu söyleyenler ise on bir ili içine alan deprem ve sonrası sel felaketleri için helallik ve dua istiyorlar. Elbette her iki felaket de büyük ve hiçbir şey olmadan atlatılabilecek kadar basit değil. Ama, aması var.

Afet fırtınası bizi yıkılmak üzere olan bir boksör kıvamına sokmuşken, bu kötü yapılaşmanın hem nedeni hem de eseri olan sözde demokratik siyasi yaşam ise garip garip gelişmelerle tam gaz gidiyor. Bahçeli formundan hiçbir şey kaybetmiyor. HDP'nin Hazine yardımı hesabına tedbiren konulan blokenin Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından kaldırılması kararına ateş püskürüyor ve şunları söylüyor; “Anayasa Mahkemesi'nin HDP ile ilgili aldığı karar gafilliktir. AYM oyçokluğuyla karar almış ve yine safını belli etmiştir. HDP'nin kapatılması istemiyle AYM nezdinde açılan dava devam ediyorken, terör ve bölücülük yatağının alacağı yardıma bloke konmuştu. Bu mahkeme söz konusu blokeyi kaldırmış HDP'ye Hazine'nin kasasını açmıştır.”

Altılı masaya öykünen AKP ise benim neyim eksik diyerek masasını genişletmeye başladı. Özellikle HÜDAPAR ile olan ittifak anlaşması dikkat çekti. Hizbullah terör örgütü ile ilişkilendirilen partinin bilinilirliği birden arttı. Oy katkısı tartışılmayacak kadar küçükken bu partiyle ilişkilendirilen örgütün geçmişi tüyler ürpertmeye yetti. Seçim gecesine bir etkileri olur mu endişesi yarattı. Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakına katılmak için öne sürdüğü şartlardan bir kaçı ise şöyle: “LGBT derneklerinin kapatılması, 6284 kalkması (Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun), Süresiz nafakanın kalkması, Ahlak ve maneviyat öncelikli eğitim sisteminin getirilmesi". Binali Yıldırım görüşme olumlu geçti derken, AKP’nin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık “6284 sayılı kanunun ruhuyla ve mevcudiyetiyle varlığı son derece önemlidir. Varlığının tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez.” diyerek limon sıktı. Bir zamanlar TV ekranlarından herkesi içeri tıktırmaya çalışırken köpürüp duran feryat figan Nagehan, "Osman Kavala ve Hakan Altınay'a zulmeden, rakiplerine siyasi yasak getiren bir siyasi tarafta bulunamam; bunları alkışlayan bir AK Parti’den yana olamam" diyerek en geçerli seçim anketi sonucunu verdi. Ahmet Hakan ise “Artık Türkiye’de büyük bir cepheleşme olduğu için tartışma programlarının pek tadı tuzu kalmadı. Ezberbozma yok, söylenenler belli...” diyerek minderden kaçma sinyalleri vermeye başladı.

Bu arada yıllardır varlığını unuttuğumuz, mütevazi bir emekli gibi yaşamını sürdürdüğünü söyleyen Mehmet Ali Ağca gündeme düşüverdi. Gazeteci Abdi İpekçi’yi bir suikast ile öldüren ve sonra kaçırılan, ardından da Papa’ya suikast yaparak dünya gündemine oturan Ağca bu kez kendine tuzak kurulduğunu iddia ettiği bir video ile önümüze geldi. Bu videoda Ağca diğer bulunan kişilere göre ki oldukça kalabalık ağır abi grubu içinde en normal ve en sıradan görünen kişiydi. Video kayıtlarında ayakta dikilen genç fedai arkadaşlar ve yine kendi çıkarları ön planda olan devlet sevdalısı kişiler yer alıyor. Bu kayıtın medyaya düşmesine çok sinirlenen Ağca, kullanıldığını bağıra bağıra söylüyor. Ağca’nın röportajında çok ilginç söylemleri var. Kendini bir devrimci olarak tanımlıyor ve vahşi kapitalizme büyük vicdansızlık tanımlamasıyla ateş püskürüyor. Yaptığı suikastlar hatırlatıldığında; ben otuz yıl hapis yattım, insanları bölen, kutuplaştıran, yüzlerce insanın ölümüne neden olanlarsa şimdi ya ihale zengini ya da devlet kurumlarında üst yerlere geldi minvalinde sözler ediyor. Yani ben bir kişi öldürdüm bir de başarısız suikast girişimim var, ayrıca cezamı da çektim, siz esas şimdikilere bakın manasında sözler bunlar. Son olarak da ‘Kılıçdaroğlu iyi bir adam. Kılıçdaroğlu’na zulmetmeyin’ diye ünlüyor.

Türkiye’de olup bitenler Albert Camus’un abzürdizmini çağrıştırıyor. Adam haklı.

Geliyor gelmekte olan diyorlar da insan sormadan edemiyor; ne geliyor ne gidiyor arkadaş? Neyse…