İtiraz ediyorum sayın yargıç! Sadece itiraz edebiliyorum.
Hatta onu bile tam yaptığım söylenemez.
Sayın yargıç! Sesim mi çıkmıyor yoksa duymuyor musunuz beni?
Ne dediniz? Aydınlığın fazlası kör mü eder adamı? Ama karanlıkta zaten bir şey göremez ki insan.
Nasıl? Alacakaranlık cezası mı verdiniz? Sabahın ki mi yoksa geceninki mi?
Ne mi fark eder? Doğru aslında. İkisi de umutludur. Ama umarım sabahınkidir. Sabahları kuşlar cıvıldar ilk ışıkla.
Kuşlar azaldı mı büyük şehirlerde? Ya ışık? Gece göğü suskun buralarda artık. Yıldızlar gece ışıklarının pusunda silindi. Aydınlık aydınlığı yok mu ediyor ne? Eski zamanlarda ay kadar değerli bir aydınlık, yıldızlar kadar yol göstericisi yoktu. Ya şimdi?
İtiraz ediyorum sayın yargıç! Adalet arıyorum!
Ve birden diyorum ki kendi kendime ‘bir yerde adalet aranıyorsa orada yoktur’. Var olan şey aranmaz ki bu dünyada.
Adalet, birlikte yaşarken birbirimize katlanabilelim diye uydurulmuş bir vicdan yalanıdır oysa.
Kimi kime şikayet ediyorsunla sen benim kim olduğumu biliyor musun engellisinde asılı kalmış bir “yerini buldu” repliğidir adalet bu ülkede.
İşine gelense senin yerini bulduğunu sandığın şeydir aslında.
Milyonların yaşadığı şehirlerle on haneli köyde aynı yasalar geçerlidir ve yasa ile yasak kelimesi bunca yakınken, adalet kelimesi bir isme yakışır anca.
Kurşun geçirmez adam su geçiriyor olabilir mesela. Kurşun geçirmediğine inanıyorsan su geçirebileceğine de inanıyor olman gerekir. Neden adam dedin kadın demedin eşitsizliği ise adaletin umurunda olmaz.
Göze göz, dişe diş, kana kanın yazılı edebiyatıdır adalet.
Çanak çömlek çoktan patladı ama ebelik hep bize kaldı bu diyarda. Ne sobelemekten usandık ne hep ebe olmaktan. Gözlerini kapadığında karanlıkta kalırsın oysa.
Hayır hayır sayın yargıç, hayır! İtaatsizlik etmiyorum itiraz ediyorum yalnızca.
Nasıl? Laf kalabalığını bırakayım mı? Duydunuz mu beni yoksa?
Anladım.
Sen ey topraklı yol! Tozların elbette gözüme kaçacak. Gören ve açık gözlerime…
Işık acılı da olsa ulaşacak beynime…