“Şu ara ülkemizde refah düzeyi her geçen gün artış gösteriyor.
Enflasyon yok denecek kadar az, hayat pahalılığı da yok.
Alım gücü son 30 yılın en üst seviyesinde, gelir dağılımı ise çok adil ve işsizlik oranları çok düşük.
Sansür yok, adaletsizlik yok, toplumsal mobbing de yok.
Türk Lirası inanılmaz değerli olduğu gibi döviz ve altın rezervlerimiz de kasalardan taşıyor.
Dünyada da kriz yok; Amerika’da enflasyon yok ve faiz arttırmıyor, Rusya ve Ukrayna da savaşmıyor.”
Sherlock Holmes Gölge Oyunları filminde basit bir şifreleme yönteminden bahsedilir.
Mesajın ilk cümlesinin ilk harfi ünsüzse; sonradan gelenler, yazılanın tam tersidir.
Ben sadece ilk cümleyi çevirerek izah edeyim, gerisini okuyan çözer zaten:
“Şu ara ülkemizde refah düzeyi her geçen gün düşüş gösteriyor…”
✱✱✱
İnsanoğlu imgelediğini sembole dönüştürmeye, bu sembolleri de çeşitli yüzeylere işlemeye ilk çağlarda başladı.
Düşüncelerini taşa, toprağa, deriye, mağara duvarlarına resmederek hem kendini ifade etti hem de başkalarına
aktardı.
Üstelik bu yöntemi, M.Ö 3500’lerde Sümerler’in yazıyı icat etmesinden bin yıllar önce hayata geçirdi.
İlk çağlardan bu yana kendinden daha büyük kavramlara inanmaya yönelen insan, önce korktuğu olayları,
olguları imgeledi.
Simgelerini yaratarak, onları dokunabildiği formlara çevirdi.
İmgelediğinin görsel emaresi olan bu sembolleri sevdi, taptı, sunaklarını yaptı ve hatta sinirlenip onlarla
savaşarak yok etti.
Bu tip silsileler içerisinde simge görevini bitirmiş olsa da imge bellekten belleğe aktarılarak ya da başka nesillerin
tecrübe ettiği benzer duyularla yeniden hayat bularak varlığını sürdürdü.
İnsanın olduğu her yerde imge, imgenin bulunduğu her yerde de simgenin olacağı ve yeni bellekler eklendikçe,
simgelerin de çoğalacağı gerçeğine bakılacak olursa; zihni ve vicdanı susturmak mümkün değildir.
Haliyle dili susturmak, kalemleri kırmak asla çözüm olmayacaktır.
İnsan fıtratı gereği, yasakları bütünüyle çiğner ya da onun boşluklarından faydalanacak çözümler üretir.
Üstelik insanın imgelediğini aktarma becerisi bakımından 21. yüzyıldaki versiyonu ile Kalkolitik Çağ’daki
versiyonu arasında muazzam farklar yok.
Sosyal bir canlı olan insan, meram anlatmanın yolunu her koşulda bulur.
✱✱✱
“Sansür Yasası” ile bireyleri susturmayı hedeflemek, başından yenilmiş bir ide olmaktan öteye gitmeyecektir.
Nasıl ki Gezi’de WhatsApp gibi mesajlaşma uygulamaları yavaşladığında insanlar Twitter üzerinden haberleşti;
yarın Dezenformasyon Yasası’nın resmileşmesi de yeni yöntemleri peşinde getirecektir.
Proxy kullanımları, fake hesaplar üzerinden paylaşım yapmak yaygınlaşabilir.
Türkiye’de yayın yapmaya çekinen, golü atsın diye paylaşımını yurtdışındakine paslayabilir.
Görüntü ve ses değiştirme teknikleriyle kimliğini gizleyenler olabilir.
Mahlas kullanan köşe yazarı sayısı artabilir.
Tweet atamasa da retweet yapabilir.
Kim bilir belki “Retweet”, bir duruşu, tavrı tanımlayan kavram haline dönüşebilir.
Yukarıdaki gibi çareler, şifrelemeler olur mu bilmem ama insan, canına tak ettiği noktada gözünü de karartır.
Fikirleri yüzünden yargılanan ya da mahkum olmuş akademisyenlerin, politikacıların, sivil toplum üyelerinin;
sosyal medya içerikleri yüzünden göz altına alınan vatandaş ve öğrencilerin yanında yer almaktan korkmaz.
Çekinmeden konuşur.
✱✱✱
Lakin şunu da hesaba almak lazım.
Devran döner, hükümet değişir.
Bugünün iktidarı, yarının muhalefeti olabilir.
Yeni gelen iktidar mühür eline geçtiğinde, muhalafet “gak” dediğinde aşını “guk” dediğinde suyunu kesebilir.
O gün yürürlükte olacak yasa, bu defa sahibini ısırabilir.
Ne olacağım, demekte fayda var.
Zira, keskin sirke küpüne zarar!
Editör: Ömür Ünver