Sevgili dostlarım; devlet adaletle yönetilmezse, ahlaksızlık kurumsallaşır.
İnsanlık tarihi bir anlamda, toplumun oluşturduğu ahlaki temeller üzerinde adaleti arama tarihidir. Bunun içindir ki adaleti sağlamanın güvencesi olarak hukuk normları oluşturulmuştur. Bu bağlamda sürekli gelişen demokrasi anlayışı, ahlaki değerleri büyütür ve oluşan hukuk normlarıyla kökleşir.
Devleti yönetmek için iktidar olanların ahlaktan ve adaletten sapmamaları için başta Anayasa olmak üzere –imzalanan uluslararası sözleşmeler de dahil -oluşturulan hukuk normları hiyerarşisine uymak zorundadırlar. Bu zorunluluk sadece yazılı bir metin olarak ifade edilmemiştir. Ülkeyi yönetecek kişinin ayrıca Anayasaya uyacağına halkın önünde “namusu ve şerefi üzerine” yemin etmesi de gerekmektedir. Bu yemini etmeden kişinin göreve başlaması mümkün değildir.
DEVLETİN AMAÇ VE GÖREVİ…
İktidar sahipleri yönetecekleri devletin temel amaç ve görevlerini bilmek ve gereğini de yapmak zorundadırlar. Bu bağlamda isterseniz önce Anayasamıza bakalım. Anayasanın 5. maddesi devletin temel amaç ve görevlerini tanımlar. Anayasaya göre; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayan, siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak devletin temel amaç ve görevi olarak tanımlanmıştır. Demek ki neymiş? İktidar sahipleri alacakları her kararda toplumsal çıkarı gözetecek, adalet ilkeleriyle bağdaşmayan hiçbir kararın altına imza atmayacak ve ayrıca kendilerinden önce adalete aykırı uygulamalar varsa, bu uygulamaları da kaldıracaklardır.
DEVLETİ SOYULACAK ORGANA DÖNÜŞTÜRMEK…
Biliyorum, bazı okurlarımız ara başlığı okuyup diyecekler ki, “devletin anayasal kurumları var. Yasama, yargı ve yürütmeyi esas alan güçler ayrılığı ilkesi var. Yine Anayasada “hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” hükmü var. Kamu harcamalarını TBMM adına denetleyen Sayıştay var. Buna benzer pek çok yasal düzenlemeler var, dolayısıyla devleti soyulacak organa hiç kimse dönüştüremez…” Üzülerek ifade edeyim ki bugün Ak (!) Parti iktidarı, 22 yıllık yönetiminde Türkiye’yi soyulacak bir organa dönüştürmüştür.
Bu soygunun en acımasızı “kur korumalı mevduat” uygulamasıydı. Tam bir “ekonomik soykırım” uygulaması… Bir önceki yazımda bu konuyu işlemeye çalışmıştım. (Ahlaksızlığın Kurumsallaştırılması – 5, Cumhuriyet - 03 Temmuz 2024) Bu yazımızın konusu ise bir başka soygun alanı… Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) Projeleri ve bu projelere dayanılarak soyulan devlet…
KAÇ KÖİ PROJESİ VAR?
Türkiye’de Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri uygulaması kapsamında 2003 sonrasında toplam 198 proje hayata geçirilmek üzere imzalanmıştır. 1986’dan 2002’ye kadar imzalanan projelerle ise toplam sayı 270’i bulmaktadır.
Model farklılığına göre KÖİ sözleşmelerinin dağılımı ise şöyledir:
1. Yap-İşlet-Devret (YİD; 127 adet),
2. İşletme Hakkı Devri (İHD, 120 adet),
3. Yap-Kirala-Devret (YKD, 18 adet) ve
4. Yap-İşlet (Yİ, 5 adet) adı altında farklı modeller kullanılarak uygulamaya konmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (CSBB) KÖİ sözleşmelerinin tutarını kullanılan modele göre farklı şekillerde kayıt altına almaktadır. İHD modelinde “işletme hakkı devir bedeli” dikkate alınırken; YİD, YKD, Yİ gibi modellerde ise “toplam yatırım tutarı” dikkate alınmaktadır. Bu çerçevede İHD, YİD, YKD ve Yİ gibi farklı KÖİ modellerinin toplam sözleşme büyüklüğü 205 milyar doları bulmuştur. Evet, 205 milyar dolarlık bir büyüklükten söz ediyoruz… Zaman içinde artan farklı KÖİ modellerinden de anlaşılacağı üzere Saray iktidarı soygun düzeni için firmasına göre model geliştirmeye özen göstermiştir.
NİÇİN KÖİ YATIRIMI?
Devleti soyulacak organa dönüştürmek istiyorsanız, yapacağınız işin denetim dışında kalmasını sağlayacaksınız. Saray iktidarı da bunu yapıyor. İşi Saray’dan alanlar kamu denetiminin dışında, hesap vermeksizin dilediklerince devlete fatura kesebiliyorlar… Ben bunlara “5’li çeteler” diyordum… 5’li çetelerin KÖİ yatırımlarını tercih etmelerinin temel nedenleri şunlardır.
1. KÖİ projeleri 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında yapılmamaktadır. Daha doğrusu KÖİ’de bizim anladığımız anlamda bir ihale yoktur. Belirleyici tek organ BOP Eşbaşkanlığı yapan Saray, yani Erdoğan’dır.
2. Şirketlerin görevlendirilmesiyle, yetkili komisyonların seçimi, çalışma usul ve esasları ile değerlendirme kriterleri konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır. Gerek de duyulmamıştır. Çünkü 5’li çetenin talepleri ve bu taleplere dayanak gerekçeler 5’li çete tarafından hazırlanmaktadır.
3. Bu projelerde görevlendirmelerin neredeyse tamamı aynı şirketlere dönüşümlü olarak verilmektedir. Yani kimin, kimden sonra hangi işi alacağı bilinmektedir. Dolayısıyla bu işin aktörleri arasında asla bir rekabet söz konusu değildir.
4. İmzalanan sözleşmeler ise ticari sır gerekçesiyle kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Çünkü devletin nasıl soyulduğunu kimse bilmemelidir. Soyguncuların hep maskeli olduğunu hepimiz biliriz.
5. Sözleşmelerde sıklıkla ve ihaleyi fesada uğratacak şekilde değişikliklere gidilmektedir. Bu değişiklikler de şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Doğrudur. Çünkü hiç kimse “ben devleti şöyle soyacağım” diye açıklama yapamaz.
6. Bu projeler kapsamında kamu ve özel sektör arasında dengeli bir risk paylaşımı yapılmamaktadır. Görevlendirmeler “kârlar özel, zarar kamusal” mantığıyla gerçekleştirilmektedir. Bu zaten soygunun ana mantığı… KÖİ Projesi alıp da zarar eden bir şirket var mı? Biz boşuna mı 5’li çeteler diyoruz. Dolayısıyla kamunun üstlendiği riskler kurum ve proje bazında önemli farklılıklar göstermektedir. Bu da soygunun doğası gereğidir.
7. Finansman şartları, Hazine gibi bu alanda teknik yeterliliği olan bir kurum tarafından değil, projeyi uygulayan kurumlarca belirlenmektedir. Bu da soygun anlayışının bir gereğidir. Çünkü Hazinedeki liyakatli bürokratlar – yurtseverler, bu soyguna asla izin vermezler.
8. Ancak Hazine’nin görüşüne başvurulmayan projelerin “kredi garantileri” ise yine Hazine’nin omuzuna yüklenmektedir. Nitekim mevcut veriler çerçevesinde (2022 sonu itibariyle), Hazine’nin bu projeler nedeniyle “borç üstlenim taahhüdü” 14 milyar dolar civarındadır. Düşünün, yabancılar da bu soygunu biliyor, ancak kredilerin geri ödenmesinde soygunculara güvenmiyorlar. Yabancılara güvenceyi de soyulan devletin hazinesi veriyor.
9. Daha acı olanı ise önemli tutarlara ulaşan bu harcama kalemleri bütçenin ve dolayısıyla TBMM denetiminin dışında tutulmuştur. Bugünkü Parlamentonun ne denli işlevsizleştirildiğini anlatacak bundan daha güzel bir örnek bulamazsınız. Ak(!) Parti ve MHP Milletvekilleri gelecekte çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar? TBMM’ye bu yapılanları acaba nasıl açıklayacaklar?
PEKİ, ERDOĞAN NE DİYORDU?
25 Mart 2016 - “Devletin kasasından, kesesinden 1 kuruş çıkmadan yapılmış olan projedir. Bizim cebimizden para çıkmıyor. Bizim cebimizden 1 kuruş çıkmıyor.”
18 Mart 2018 - “Bunu bildiğiniz gibi yap-işlet-devret anlayışıyla yapıyoruz. Burada cebimizden para çıkmayacak.”
21 Şubat 2018 – “Çıkmış diyor ki ‘nerede bunun kaynağı’ diyor. Ya kaynağı ne yapacaksın ya? Cebimizden bir kuruş çıkmadan biz bu yatırımı yaptırıyoruz.” (11. Kalkınma Planı Tanıtım Toplantısında yapılan açıklama)
5 Kasım 2021 - “Bizim cebimizden 1 kuruş çıkmaz. Ben ekonomistim. Bay Kemal’in kafası bu işlere basmaz. Anlamaz bu işlerden”
Kuşkusuz BOP Eşbaşkanı Erdoğan doğru bir şey söylüyor. “Bay Kemal bu işlerden anlamaz.” Çünkü Bay Kemal ahlak sahibidir. Devleti soyma kültürüne asla sahip değildir…
KUZU KURDA TESLİM
BOP Eşbaşkanı bir ara “devleti şirket gibi yönetmeyi başarırsak netice alırız” demişti. Meğerse bunu derken devleti beşli çetelerin şirketleri adına yönetmeyi kast ediyormuş. Devleti yöneten AK(!) Parti kadrolarıyla bu şirketler arasındaki “duygusal” bağları artık Mısır’daki sağır sultan bile duydu. İşte en son eski Ulaştırma Bakanı’nın durumu. Bu zat Karayolları Genel Müdürlüğü ve Danıştay üyeliğinin ardından emekli olup Kuzey Marmara Otoyolu Projesini yürüten şirkete CEO yapılıyor. Ardından sarayın görevlendirmesiyle CEO’luktan Ulaştırma Bakanlığına atanıyor. Bakanlığı zarfında daha önce CEO’su olduğu Otoyolu Projesini işleten şirket lehine sözleşme tadillerine gidiyor. Yetmiyor bu şirketin milyarlarca dolar kredi borcu için Hazine’yi kefil yapıyor. Yani önceden CEO’su olduğu şirket lehine kamuyu milyarlarca dolar ilave yükün altına sokuyor. Bakanlıktan alındıktan sonra ise bu şirkete milyonluk maaşla yeniden CEO olarak geri dönüyor. Kuzunun kurda teslim edildiği böylesine yoz bir düzen dünyanın hiçbir yerinde olamaz. Ama bu yozlaşmış saray rejiminde olabiliyor.
SONUÇ
Esasen bir yatırım tedarik yöntemi olan KÖİ modeli, ne yazık ki bu haliyle Türkiye’de kamu kaynaklarının belli kesimlere aktarılmasında bir araç haline gelmiştir. Nitekim bütçeye tek kuruş yükü olmayacak denen bu projelere 2016’dan bu yana (2024 Mayıs itibariyle), başta karayolu ve sağlık sektörlerinde verilen garantileri karşılamak üzere, bütçeden yapılan ödemeler 15,8 milyar doları bulmuştur.
Kütahya Zafer Havalimanı gibi kullanılmayan havalimanlarının garanti yükleri ise bu rakamlara dahil değildir. Kullanılmayan havalimanlarında, 2016-2023 döneminde, garanti altı yolcu gerçekleşmeleri nedeniyle DHMİ kasasından çıkan kamu kaynağı ise 1,1 milyar doları bulmaktadır.
Mevcut KÖİ projeleri nedeniyle önümüzdeki yıllarda da kamu mali dengelerine ciddi yükler bineceği anlaşılmaktadır. Nitekim TEPAV tarafından yapılan gelir garantilerine ilişkin projeksiyonlar, bu projeler nedeniyle 2024-2045 döneminde kamunun sırtına binecek kümülatif yükün 130 milyar doları aşacağını göstermektedir.1
İşte ben tüm bu yaşananlara “ahlaksızlığın kurumsallaşması” diyorum. Bu ahlaksızlığa sebep olanların kim olduğu ise bellidir. Ahmet Arif’in deyişiyle:
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar;
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır.
1 - “Türkiye’de Kamu-Özel İşbirliği Modeli Uygulaması: Etkin Risk Paylaşımına Yönelik Bir Model Önerisi”, TEPAV, 2021 Aralık, Sayfa 130
KAYNAK: https://www.karar.com/gorusler/ahlaksizligin-kurumsallasmasi-1887882