Avrupa Parlamentosu'nun 'Türkiye ve otokrasi' endişelerini açıklamasıyla ülkede medyada yaşananların ortaya saçılması aynı zamana denk geldi.
'Neler oluyor?' sorusunun yanıtının bir bölümünü de açıklayan gelişmeler bunlar.
Zira, demokrasilerde medya, yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak kabul edilir.
Yasama ve yürütme Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile tek elde toplanmış durumda, yargı da bu artık tek olan gücün etkisinde uzun zamandır.
Geriye kalan medyanın da doğal olarak bağımsız ve tarafsız olması beklenirken, iktidar ya da muhalefet kanadına biat ettiği anlaşılıyor bu gelişmelerden.
Bu bilinen bir gerçekti zaten de 'malumun ilanı' şeklinde olaylara şahitlik ediyoruz.
Kabul edelim ki medyanın geldiği durum uzun bir süreç sonunda gerçekleşti.
Gazeteci patronların tasfiye edilip iş adamlarının bu sektöre girmesi, ardından sendikaların etkisizleştirilmesi ilk adımlarıydı bu sürecin.
1990'larda o patronlar, o kadar güçlüydü ki koalisyonları oluşturma hakkını kendilerinde görüyor ve 'birinci güç' olarak kendilerini hissettiriyordu.
E tabi bütün bunlar bedavaya da olmuyordu, özelleştirmelerden aslan payı bu medya patronlarına ya da işaret ettiklerine gidiyordu.
AK Parti'nin iktidara geldiği 2000'lerin başında ise artık iki büyük medya tekeli ülkede haber alma özgürlüğüne hükmediyordu.
AK Parti, medyanın yüzde 4,6'sının desteğini alabiliyordu, kalan yüzde 95,4'ü ile de uyum içinde birkaç yıl geçirmek zorunda olduğunun farkındaydı.
O yıllarda yaşanan derin ekonomik kriz ile bankalara el konulması, TMSF'nin devreye girip medya tekellerinden Sabah grubuna el koyması ile AK Parti, medya gücünü ele geçirmek için önemli bir adım da atmış oldu.
Yandaş şirketlere kamu bankalarından sağlanan bedavaya yakın kredilerle medyanın bir kanadı iktidarın kontrolüne geçti.
Sonraki yıllarda diğer tekel Doğan Grubu'na ait medya kuruluşları da kamu bankası kredisiyle el değiştirip iktidar yanlısı yayın yapmaya başladı.
Uzun zamandır medyanın tamamına yakını iktidarın kontrolünde.
Muhalefet açısından ise medyasını oluşturma sürecinde kırılma noktası 2019 Yerel Seçimleri'ydi.
Büyükşehirleri kazanan muhalefet, belediyelerin yüksek bütçeli kaynaklarıyla kendi medyasını hızla oluşturdu.
Zaten kamplaşmış olan toplum, doğrular yerine dünya görüşüne göre bilgi alma sürecine girdi.
Toplumdaki ayrışma o kadar derinleşmişti ki kimsenin gerçekleri duymaya tahammülü yoktu.
Siyaseten kendine yakın medyada aslında teorik olarak haber ve yorum kapsamına bile giremeyecek 'dedikoduları' ve 'saldırıları' içinden 'oh çekerek' takip etmeyi haber almak olarak gördü.
Bütün bunlar olurken gerçek anlamda özgür ve tarafsız gazetecilik yapmak isteyenler ise oyun dışında kaldı.
Tıpkı şu an bu yazıyı okuduğunuz gazetezebra.com.tr gibi onlarca bağımsız yayın organı kısıtlı imkanlarla adresine bakmadan gerçekliğe sadık kalmayı asli görevi kabul etti.
Bazıları AB fonlarıyla bu yolculuğuna devam etme kararı aldı, bazıları da emekle sermaye oluşturup bağımsızlığını sürdürme yolunu seçti.
Tutuklanan, gözaltına alınan, işsiz kalan gazeteciler de genellikle bu kesimde yer aldı.
Mayıs ayındaki kritik seçimler öncesi partilerin yüz milyonlarca liralık tanıtım harcamalarından bağımsız gazeteciler hiç pay da alamadı.
Muhalefet, kendi oluşturduğu medyayı fonladı bu harcamalarla, iktidar da zaten kontrolündeki ana akım medyaya akıttı bu paraları.
Cumhurbaşkanı'nın her konuşması en az 20 televizyon kanalından naklen yayınlanır oldu.
İktidarın bir başka avantajı vardı elbette.
Kamu yayıncılığı yapması beklenen TRT, iktidarın yayın organı gibi bir politikayla büyük destek sağladı.
TRT deyip geçmeyin, halkın paralarıyla çok büyük bütçeler yandaş yapım firmalarına aktarılıyor.
Yani hem ekonomik olarak hem de propaganda desteğiyle iktidarın en büyük destekçilerinden biri.
Binlerce çalışanı olmasına rağmen işlerin büyük kısmı taşeron firmalar aracılığıyla yapılıyor mesela.
Yurt dışı yayınların tercüme edildiği haberlerin bile artık taşeronler eliyle yürütüldüğü ortaya çıktı son olarak.
Oysa ki Türkiye'nin en önemli çeviri merkezlerinden biri TRT kadroları. Cumhurbaşkanının yurt dışı ziyaretlerinde de eşlik edip diyaloglara katkı sağlasalar da yeterli görülmediler herhalde(!)
Bütün bunlar yaşanırken Halk Tv ile CHP arasındaki kriz kamuoyuna yansıyınca muhalefetin de iktidardan farklı olmadığı anlaşıldı bu günlerde.
Resmi sözleşmelerle kaynak aktarıldığı ve onun sonlandırıldığı gündeme geldi...
Hatta aynı kanalda hafta sonu yapılan bir program da CHP Genel Başkan Yardımcısı'nın emriyle iptal edildi.
Yıllarca iktidarın eleştirdikleri uygulamalarını kendilerinin de yapıyor olmasındaki çelişki bir yana birbirlerinden farkları olmadığı da ortaya saçıldı bu gelişmelerle.
Ekonomideki, hukuktaki, eğitimdeki, sağlıktaki savrulmanın çok daha büyüğünü medya yaşıyor.
Gazetecilikten, etikten uzak kısa zamanda zengin olma peşindeki kişilerin yönettiği medya kuruluşları bu politikalarıyla hızlı bir çöküş içinde.
Güvenilirlik anketlerinde en alt sıralarda medya bu ülkede.
Ülke demokrasiden uzaklaşıyorken, medya yapısı bu erozyona su taşımaya devam ediyor.
Ancak bu tablodan iktidar da muhalefet de memnun.
Medyada köşeleri tutanlar da hayallerinde göremeyecekleri ünvan ve zenginlik nedeniyle mutlu.
Gerçeklerden uzaklaştırılıp, hayal dünyasında yaşaması sağlanan halk ise neler olduğunu anlama gayretinde..
Artık internet medyası ve sosyal medyanın üzerinde yasal değişiklikler yapılarak o kısım da yok edilmeye çalışılıyor.
Son yasaya cılız tepkileri oldu gazetecilik örgütlerinin, yaz sonu tam uygulamaya girdiğinde yasanın bağımsız haber sitelerini nasıl bir bir ortadan kaldırdığına şahit olacağız.
Yeni yasayla getirilen ağır ekonomik şartlar bağımsız medyanın nefesini kesecek, tıpkı yerel medya gibi.
Benzer düzenlemeler geçtiğimiz yıllarda yerel medyada yapıldığında yayın organları ya kapılarına kilit vurmak ya da Basın İlan Kurumu üzerinden iktidara biat etmek zorunda kaldı.
Medya - siyaset ekseninde sergilenen orta oyunu böyle devam ediyor ve yalnızca izleyenleri güldürmüyor.
Bu karanlık tablodan aydınlığa çıkmanın yolu ise şeffaflık...
İktidarın yandaş medyaya destek mekanizmaları açıklanmalı örneğin.
TMSF'ye bağlı şirketler, kamu bankaları, Varlık Fonu kapsamındaki kuruluşlar, belediyeler, TOKİ ile iş yapan inşaat şirketleri hangi kanallara, gazetelere, sosyal medya platformlarını yüksek miktarda para aktardığını kamuoyu ile paylaşmalı.
Muhalefet de özellikle 2019'dan sonra büyükşehir bütçelerinden hangi medya kuruluşlarına destek verdiğini duyurmalı.
Hizmet ve reklam adı altında dağıtılan paralar - eğer öyleyse - hangi aracı şirketler üzerinden aktarılıyorsa ortaya çıkmalı.
Hazineden siyasi partilere yapılan seçim yardımları nerelere dağıtıldı, kimler para karşılığı yazı yazdı, program yaptı toplum bilmeli.
Elbette halkın çoğunluğu bunu talep etmedikçe kimse çıkıp bunları açıklamayacak.
Halk bunu talep eder mi?
Bu sorunun yanıtı halkın gelecekten ne beklediğine bağlı...
Hayallere dalmak varken gerçeği kim ne yapsın.
Öyle değil mi?