CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında gündeme dair değerlendirme yaparken iktidara seslenerek; "Yarıştan kaçanlara, diktatör olmaya çalışanlara, sandığı kaçıranlara karşı biriz, beraberiz ve millet olduğumuz için biz yine 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız. Tek adamlar kaybedecekler" dedi. 

Özel'in açıklamaları özetle şöyle: 

"Geçtiğimiz cumartesi günü Yozgat'taydık. Yürekten teşekkür ediyorum. Milletin, milletin efendisi olan çiftçilerimize, köylülülerimize, geçim sıkıntısı içindeki emeklilerimize, yok sayılan, hor görülen kadınlarımıza, hayalleri çalınsa da bir umuda tutunan gençlerimize, Yozgat Meydanı'nı doldurdukları için, dosta güven, olmayana kaygı verdikleri için ve "Biz buradayız! Meydan boş değil. Meydan bu meydan! Yozgat burada!" diyenlere yürekten teşekkür ediyorum. 

19 Mart başarısız darbe girişimi püskürtülürken, 7 gün boyunca Saraçhane direnirken, 2 Nisan'da Yozgat'ta traktörleriyle konvoy yapan çiftçilerimiz önce Türkiye'nin sonra dünyanın gündemine oturdular. O gün 20 traktör köylerinden çıktılar, şöyle bir tur attılar ve birilerinde inanılmaz rahatsızlık yarattılar. Hemen karşılarına jandarma dikildi. Köylülere destek vermesi gereken, prim yattı dekontunu getirmesi gerekenler ceza pusulalarını getirdiler.

Ve o gün bütün Türkiye Yozgat'tan çıkan sesi ve karşısındaki ceberrut hükümeti gördü. Biz durmamız gereken tarafta durduk. Çiftçilerimizin yanında durduk. Biriyle telefonda konuşurken, "Yozgat'a gel, Yozgat'a. Bir miting de Yozgat'ta." dedi. Dedim, "Tamam Yozgat'ta." Bunu söylediğim bütün arkadaşlarımız büyük bir heyecan duydular. Kimileri, "Yozgat'ta miting boğulur. CHP Yozgat'ta 1000 küsur oy almış. CHP yüzde 2 oy almış, 4 oy almış Yozgat'ta zaman zaman. Son yerel seçimlerde yüzde 2 oy almış. Ne işiniz var Yozgat'ta? Heyecanı söndürmeyin. Güçlü olduğunuz yerlere gidin. Oralardan ses verin." diyenlere karşı biz kalbimizin sesini dinledik. Yozgat'ın sesini dinledik ve bu meselenin çok derinden gelen, uzun süredir biriken her türlü adaletsizliğe, gelir adaletsizliğine, vergideki adaletsizliğe, eğitimdeki adaletsizliğe, mahkemedeki adaletsizliğe, tüm adaletsizliklere biriken bu isyanın, bu memleketin bir evladının sırf cumhurbaşkanı adayı olacak diye, sırf son girdiği 4 seçimde de AK Parti'yi yendi diye, "İstanbul'u kazanan Türkiye'yi kazanır." bilgisine, kabulüne, "İstanbul'u kazandı, Türkiye'yi de kazanacak." korkusuna önüne set çekilmesi, diplomasının iptal edilmesi, sabahın köründe evinden alınıp, mahkeme, evinden alınıp emniyete, 4 gün sonra mahkemeye götürülmesi bardağı taşırdı. Her türlü adaletsizliğe isyan eden Yozgat artık o vakitten sonra bu adaletsizliğin sembol kentlerinden bir tanesi, buna isyanın sembol kentlerinden bir tanesi oldu.

Tayyip Bey'in dolduramadığı kısmı da doldurarak, onun kendi teşkilatını azarladığı boşlukların da tamamını doldurarak, meydanlara sığmayarak ve elbette o meydana yine traktörlerle girerek Yozgat'la buluştuk. Sağ olsunlar, o günden bugüne bütün televizyonlar bu görüntüleri konuşuyor.

AK Partili kalemler karar veremiyorlar. Traktör sayısında birbirleriyle kavga ediyorlar. Biri 500 demiş, öbürü saymış 354'müş. Öbürü hesap yapmış. Yozgat'ta 35.000 traktör olacakmış. Yüzünden biri gelmiş. Demek ki 99'u bizimle birlikte değilmiş. Vallahi Türkiye'nin gündemine oturan, bütün dünyaya sesini duyuran, günlerdir yandaş kanalların gündemini belirleyen Yozgatlıların ve Yozgatlı çiftçilerin alnından öpüyorum. İyi ki varlar. Birilerinin kimyası bozuldu.

Vekaletle kurban kesim bedeli, yurt içi 13 bin 500 lira, yurt dışı 4 bin 450 lira Vekaletle kurban kesim bedeli, yurt içi 13 bin 500 lira, yurt dışı 4 bin 450 lira

Oy kendilerine verilince Anadolu irfanı diyenler, Yozgat haksızlığa karşı susmayınca etmedik hakaret bırakmadılar. İşte bunların Anadolu'ya bakışı, Anadolu halkına bakışı, Anadolu irfanından anladıkları budur. Onların yanında olunduğunda makbul olanları, olmadığında merdut ilan edenler, reddedilmiş ilan edenler bugün Türkiye'de iktidardadır. Bu yüzden, bu yüzden o güzel buluşmaya gelen, katkı koyan, hatta Yozgat'ta olan, yüreği meydanda olan ama o günlük çıkamayan, Yozgat'ta olmayan ama Yozgat'taki o meydanda kendini bulan herkese şunu söylemek isteriz: Çok net bir durum var. Artık Türkiye'de saflar netleşti. Biz saflaşmadan, kamplaşmadan, kutuplaşmadan yana değiliz. Biz kardeşlikten, kucaklaşmadan, zorluklarla birlikte mücadele etmekten yanayız. Artık bir tarafta yokluktan, yoksulluktan, işsizlikten, adaletsizlikten yılmış milyonlar var. Karşıda bu düzen sürsün, iktidarımız sürsün ne olursa olsun diyen bir avuç muhteris var.

"Seçme seçilme hakkından, seçimlerde yarıştan yanayız"

Biz bu işin sağını solunu, parti ayrımlarını bir kenara bırakıp demokrasiden yana olanlarla otokrasiden yana olanların mücadelesinde 105 yıl önce bu Meclis'te, 1. Meclis'te başlayan halkın iradesini önceleyen, halk ne derse o olur diyen, oyu bir ara halktan alıp onu baş tacı edip sonra güç kaybedince ona sırt dönenlerin, burun kıvıranların, önünden sandığı almaya çalışanların, seçeceği cumhurbaşkanına karışanların, cumhurbaşkanı adayını alıp da hapse atanların karşısında sosyal demokratların yanında milliyetçi demokratlar, onların yanında muhafazakar demokratlar, liberal demokratlar, sosyalist demokratlar, Kürt demokratlar, Yozgat'ta olduğu gibi yan yana omuz omuza Aleviler, Sünniler, tüm mezhepler, tüm görüşler hep beraberiz. Biz Gazi'nin emaneti kurduğu demokrasiden, cumhuriyetten yanayız. Seçme seçilme hakkından, seçimlerde yarıştan yanayız. Yarıştan kaçanlara, diktatör olmaya çalışanlara, sandığı kaçıranlara karşı biriz, beraberiz ve millet olduğumuz için biz yine 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız. Tek adamlar kaybedecekler.

Abdullah Amca dedi ki: "Turbunan şalgamınan devlet idare edilmez. Adaletlen, hukukla idare edilir" dedi

9 Ekim günü karar verdiler darbe yapmaya. İstanbul'a yolladılar darbenin adalet ayağını güya. Bir adalet sarayına, orada yargı eliyle her şeyi dizayn etsin, düzenlesin diye. O günden bugüne onlar bir sonraki cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı adayımıza kumpas kurmaya, onu, arkadaşlarını, arkadaşlarımızı itibarsızlaştırmaya uğraşırken biz de buna günbegün itiraz ediyoruz. Bu kürsüden operasyondan 3 hafta önce bir darbe mekaniğinin devrede olduğunu, adım adım ilerlediklerini, bunun bir darbe girişimi olduğunu ifade etmiştim. Daha sonra bu darbeye direndik. Darbenin başına cunta dedik ve birçok tanımlama yaptık. Buna karşı onlar da kendilerince geçmişte darbelerin mağdurları iken, geçmişin mazlumları iken şimdi zalim oldukları için, bir darbenin başında oldukları için, tertipçisi oldukları için, gücü milletten almak yerine milletten korktukları için kendilerini savunmaya çalıştılar. Bazen daha büyük tehditlerle, bazen bir adım geri atarak, bazen başkalarına saldırtarak, bazen bir adım, bir kelime eksik konuşup sanki makulmüş gibi davranarak ama bu darbedeki heveslerinden vazgeçmediler şu ana kadar. Bütün süreçte dünya kadar tanımlamalar, dünya kadar söz söylendi ama hiçbir söz Abdullah Amca'nın sözü kadar güçlü değildi. Bütün süreci özetledi. Abdullah Amca dedi ki: "Turbunan şalgamınan devlet idare edilmez. Adaletlen, hukukla idare edilir." dedi. Buradan Abdullah Amca'ya söz olsun. Organik tarım yapanlar gibi organik bir sloganı bulan, yüreğinde hisseden, o sloganı buram buram toprak kokan, Yozgat kokan Abdullah Amca'ya söz olsun. Bu düzen değişecek. Turplan, şalgamlan değil, adaletle yönetenler bu devletin başına gelecek.

"Her 4 çocuktan biri öğün atlamak zorunda kalıyor evde"

Yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Biraz önce özel oturumda Türkiye'nin dört bir yanından gelen çocuklara bir selam verdik. Onların coşkusunu, onların gözlerinin içindeki pırıltıyı gördük. Ben buradan hem onların şahsında, Meclis'e gelen çocuklarımızın şahsında tüm çocuklarımızın bayramını kutluyorum. Ancak maalesef ülkemizde çocukların ağır sorunları var. Söylemek bile ağır. Ya bir ülkede çocuğun ağır sorunu olur mu? Maalesef var. Her 4 çocuktan biri öğün atlamak zorunda kalıyor evde. Her 3 çocuktan bir tanesi okula gidiyor ve okulda hiçbir şey yemeden evine dönüyor. Çünkü elinde beslenme çantası ya da cebinde kantinden bir simit alacak parası olmadığı için. Güvencesiz çalıştırılanların yanında çocuk yaşta çalıştırılanlar var. Nitelikli eğitimden mahrum bırakılan bir nesil, babasının, annesinin ekonomik durumundan dolayı hayata kapatamayacağı kadar farkla geriden başlayan çocuklarımız var. Ve ne yazık ki güvende tutamadığımız, koruyamadığımız çocuklarımız var. Geçen sene bugün, 23 Nisan'ın öncesinde yüreğinde bayram heyecanı olan Narin, Mattia Ahmet ve daha 2 yaşında olan annesinin bayram günü güzelce giydireceği Sıla bebek yaşıyordu.

"Narin cinayetinin üzerine tam anlamıyla gidilmedi"

Bu rejim, bu ülke 2025 yılında, 2024-2025 yılı arasında, Meclis'in 105. yılında, Cumhuriyet'in 102. yılında Narin'i, Sıla'yı, Ahmet'i koruyamadı. Biri 2, biri 8, biri 14 yaşındaydı. Biri gördüğü cinsel saldırıdan sonra hastanede öldü. Bir diğeri bir gördüğüne tanık olduğu için öldürüldü, saklandı, günler sonra bulundu ama bir milletvekili "O köyde dostlarımız var. Her şeyi anlatamayız, biliyoruz." dedi. Onun bildiğini savcılar bilemedi. Şu öldürdü diyemedi ve bu meselenin üstüne bir siyasi partinin, ittifak ortağının siyasi uzantıları rahatsız olacak diye küçücük Narin cinayetinin üzerine tam anlamıyla gerçekten gidilemedi.

Ve hepimizin gözü önünde kaykay kıyafeti almaya giden 14 yaşında Mattia Ahmet Minguzzi hunharca, barbarca, gözü dönmüşçe katledildi. Halen daha mezarına saldıranlar, annesini tehdit edenler, ailesiyle görüşen gazetecileri tehdit edenler var. Ellerinde güvercin resimleriyle, o güvercinlerin bacaklarına sardıkları uyuşturucu zulalarıyla, uyuşturucuyu yolladıkları yerlerle "Biz güçlüyüz." diyenler var. "Meydan okuyoruz." diyenler var. Bir yandan bu memlekette adalet arayan milyonlar, bir yandan adaletsizlikten dolayı, yaşadıkları haksızlıklardan dolayı evinden çıkamayan, karanlık odada ışığını açamayan anne babalar var. Bu yüzden bu Meclis'in kuruluşunun 105. yılında, Cumhuriyet'in kuruluşunun 102. yılında ant olsun ki bu memlekete hem siyaseten hem de her bir bebek için, evlat için, ana için, baba için hem güvenliği hakim kılacağız. Hukuk devletini hakim kılacağız. Adaleti hakim kılacağız. Çocuklarımızın karnını da doyuracağız. Onları koruyacağız. Bundan sonra kimsenin evladını bu memlekette sahipsiz bırakmayacağız.

"Atatürk'ün azmi ile tüm dünyaya göstereceğiz"

Bugün konuşmayı hazırlarken tutanaklara döndük. Çünkü biz bugün milli iradeyi koruyoruz. Milli iradeyi savunuyoruz. Çünkü milli irade saldırı altında. Meclis'in duvarında "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." yazıyor. Şükürler olsun ki o millet egemenliğine 81 ilde, 973 ilçede sahip çıkıyor. İşte o yüzden Yozgat'taki on binler birilerini inanılmaz rahatsız ediyor. Ama bir yandan da, bir yandan da biz bu cesareti nereden alıyoruz diye baktığımızda bu Meclis'in 24 Nisan 1920 kapalı oturum tutanaklarında Mustafa Kemal'in söylediği söze döndük. "Açalım, bakalım. İlk tutanakta, gizli tutanakta bir şey diyordu Gazi." dedik. "Millet müdrik ve kuvvetlidir." diyor. Gözlerinin içine baka baka bir gün önce Ankara'ya çağırdığı mebuslara. "Milletin amil-i hakiki olduğunu ispat etmek lazımdır." Yani gerçek gücün millette olduğunu ispat etmek, kendine de göstermek, dosta düşmana göstermek lazımdır diyor. Çok kıymetli bir söz ama esas işin özü nerede biliyor musunuz? Bu konuşmayı 23 Nisan günü yapmıyor. 24 Nisan günü yapıyor. 24 Nisan günü saatler süren, 9 saate varan "Biz buraya niye geldik?" diye anlattığı konuşmayı 23 Nisan günü açılış konuşmasından sonra Sinop mebusunun çıkıp da konuşmaya başlamıyor. İtiraz ediyor. "Bir dakika." diyor. "Çalışmalara başlayamayız." Niye? "Mazbatalar tetkik yapmamız lazım. Biz buraya çağırdık. Seçim yapılabilen yerde yapıldı. İstanbul'daki Meclis'in üyeleri doğal üye sayıldı. E bu gelenler geldi de bunlar gerçekten milletvekili mi? Mazbatalarını gördük mü? Tetkik ettik mi? Ya araya hain girdiyse? Ya araya ajan karıştıysa? Ya bunlar milletin temsilcileri değilse?" 4 kişilik komisyon kuruluyor. Herkes yorgun, kendisi de o komisyona giriyor. Sabaha kadar mazbatalar tetkik ediliyor. Uygun olmayan birkaçının da peşine düşülüyor. Kimisi de alınmıyor ama Meclis ertesi gün açılıyor ve şimdi içi rahat artık. "Buraya bunları, temsilcileri milletin kendisi yolladı." diyor. Yani şekli bir mesele. "Ben topladım buraya yeteri kadar kişiyi. Açarım, seçtiririm kendimi başkan. Konuşurum." Artık var ben de bir unvanın peşinde değil. Gerçekten milletin sözünün yani milletin gerçek güç olduğunun kendi de farkında, herkese farkına varsın istiyor. O sırada bir saatin önemi varken bir gün mazbataları tetkik etmenin ve milletin gerçek temsilcileriyle birlikte yol yürümenin idrakinde olan Gazi Mustafa Kemal'den aldığımız güçle aynı idrakle, aynı azimle Samsun'da, Maltepe'de, Yozgat'ta, Saraçhane'de ne yaptıysak yarın Mersin'de, öbür hafta Konya'da, öbür hafta Van'da, öbür hafta bir başka Anadolu şehrinde ama korkmadan, yılmadan gerçek gücün millette olduğunu, milletten aldığımız güçle bütün dünyaya göstereceğiz, bütün dünyaya.

"Milleti de devleti de temsil etmeyen bir küçük grup 34 gün önce uzun süredir hazırladığı bir darbe planını devreye soktu"

Millet Genel Kurul salonunda arkada yazan "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazısını sokaklara, meydanlara yazmıştır artık. Seçimle gelip seçimle gitmek istemeyen birileri var çünkü karşısında. Milleti de devleti de temsil etmeyen bir küçük grup 34 gün önce uzun süredir hazırladığı bir darbe planını devreye soktu. Bize savaş ilan ediyorsunuz demiştik ya, öyle şeyler yaptılar ki, aldık başımızın üstüne koyduk. Savaş ilan edilmiş birisi, bir parti ne yaparsa, bir halk ne yaparsa aynı cesaretle, aynı kararlılıkla korkmadan karşılarında durduk. Ama savaş hukukunda bile olmayan şeyleri yaptılar. 31 yıl önceki diplomanın iptali, savaş hukukuna göre savaşı kazanabilirsiniz ama o ülkenin resmi evrakları, kayıtları ve tapuları geçerlidir. Savaş hukuku sizin bir ülkeye karşı savaş kazanmanızı o ülkedeki tapuları geçersiz kılmaz, mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaz. Devlet diğer devletin verdiği belgeye bile kazanan devlet saygılıdır. Hukukun gereği budur. O belge geçerlidir.

"İlhamını FETÖ'cülerden alan bir kumpas"

Uygulanan mesele savaş hukukuna bile aykırı şekilde. Sanki gidip de bir başka ülkeyi istila etmiş de, yönetimi değiştirmiş de o durumda bile saygı duyması gereken evraka saygı duymayan, bunu da sırf rakibini ekarte etmek için yapan bir anlayışla karşı karşıyayız. Ortada ispatlanan hiçbir suç yokken, sadece gizli tanıkların ifadeleriyle, ilhamını FETÖ'cülerden alan bir kumpasla karşı karşıyayız. Dosyada ve iddialara bakıldığında tutuklamayla ilgili hiçbir somut gerekçe yokken 15,5 milyon insanın aday gösterdiği cumhurbaşkanı adayımızı, 6 belediye başkanımızı ve 100'e yakın arkadaşımızı orada haksız yere tutuyorlar. Aradan 34 gün geçti, bir iddia kanıtlanamadı daha, bir iddia kanıtlanamadı. Ancak 24 şirkete kayyum atadılar, 28 şirkete de tedbir koydular. Daha mahkeme bitmeden şirkete kayyum atayıp mahkemenin sonucunu baştan bilip o şirketleri batırmaya, o şirkette çalışanları o şirketlere sokmamaya başladılar. Dosyada suç olmadığı için insanları yalancı tanıklığa zorlamaya başladılar ve çok net olarak şunu ifade etmek isterim ki, hatta dün bir gazeteciye, bir köşe yazarına, bir gizli tanık ifadesine ya da bir yalancı şahide ya da etkin pişmanlıktan yararlanan birinin ağzından çıkan her söze, "Hadi bakalım şimdi bunlar doğru TRT'den istiyordunuz, hadi yayınlansın." dendiği için uzunca bir izahat yaptım. Sonunda da şöyle söyledim, buradan bütün gazeteci arkadaşlarıma da söylerim. Ben Silivri'de onlarca görüşme yaptım. Daha fazlasının bilgileri teker teker geliyor. Bugün Silivri'de yaşanan şudur: Apar topar yapılan bir operasyon, yazılamayabilen bir iddianame var. Gizli tanık var, Çınar, Ladin, Meşe diye üç tane odun. Bu gizli tanıkların ifadelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne ve bizim Anayasa Mahkememize göre somut delillerle desteklenmesi lazım. Diyor ki sadece gizli tanık ifadesiyle işlem yapılmaz.

"Bir MASAK raporu var, tel tel dökülüyor"

Ne yapıyor? Gizli tanık dünya kadar iftira atıyor, geçen hafta anlattım. Savcıyı çağırmış Tayyip Bey, geçmişte bu işleri nasıl yaptıklarını anlatmış. Davanın özeti "Kişi kendinden bilir işi" davasıdır bu. Tayyip Erdoğan biz şöyle yapardık demiş. Akbil'de biz şöyle yaptık, reklam şirketleriyle şöyle yaptık, billboard'larla böyle yaptık, emin ol bunlar da öyle yapıyor. Gizli tanık ifadeleri aslında Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının verdiği tüyolar. Bunları söyleyip yola çıkıyorlar ama bir tane kanıt bulamıyorlar. Bir MASAK raporu var, tel tel dökülüyor ama raporda ortaya çıkan hesap hareketlerinin hepsinin tek tek cevabı veriliyor ve cevapsız kalmıyor. Asla ve asla çaresiz söylenen sözler karşısında savcılar çaresiz kalıyor, bizim taraftan kimsenin başı öne eğilmiyor. Bu durumda bu durumda döndüler AK Parti'yle iş yapan, bakanlıklarla iş yapan, geçmişte İBB'yle AK Parti döneminde iş yapmış, sonra bu tarafa gelmişlere yalancı tanıklık için zorlama yaptılar. Kabul edenler oldu, ileride hesap verecekler, mahkemede tek tek takip edeceğiz. O yalancı tanıklıkların ispatını ortaya koyamadıklarında, koysa zaten yalancı olmaz, tanık olur. Ama savcılık zoruyla "şöyle söyle, şöyle ifade ver" onu ispatlayamayanlar ileride hesap verecekler. Yalancı tanıklar da somut delile ulaşamayınca şimdi etkin pişmanlığa sarılmak üzere bir işe giriştiler. Ben etkin pişmanlıktan yararlanan ve süreci devam eden kimseye bir şey demem. Kanunda olan haktır, yararlanmıştır. Ne söylemiştir, ne etmiştir? Zaten baktığınızda ifadesine ne Ekrem başkanı suçlayan bir durum var ne başka bir şey. Ama buna hiçbir şey demem. Bir tek şunu söylerim arkadaşlar, bütün basın mensuplarına söylüyorum, onlarca arkadaşımız şunu anlatıyor: "Hastaneye gideceksin" diye beni aldılar, gittiğim binanın hastane olmadığını gördüm. Bir odaya girdim, ne sedye ne doktor ne hemşire. İçeriye savcı bey girdi, avukatım da yoktu yanımda ve dedi ki "orada doğru yapmadın, avukatından mı çekindin, sana baskı mı yaptılar, verdiğin ifade beni memnun etmedi, ben bu kapıdan çıkar giderim, 10 yıl evlatlarının yüzünü göremezsin".

"Bence daha doğru bir ifade vermelisin." Bir diğeri diyor ki: "Beni aldılar, cezaevinde 6 kapı geçirdiler. Nazikçe davrandılar, bir koltuğa oturttular, karşıma bir ekran açtılar, baktım savcı bey karşımda. Beni görüyorsun, 5 dakika daha buradayım. 5 dakika içinde kararını ver."

"Avukatımın olması gerekmiyor mu?" "Hayır. Bu öyle avukatlı bir görüşme değil. Sana hayatının fırsatını sunacağım. Çocuk kaç yaşında?" söylüyor. "Ya bak gelene kadar 10 sene geçer o çocuğun yüzünü görene kadar. Bu ekran kapanmadan fikrini değiştir. Desen ki 'Bu dava, bu ihaleleri kimin alacağını Ekrem Bey biliyordu, filanca biliyordu. Bizi de onlar zorladı.' buradan ekran kapanmadan çıkar gidersin, evladına sarılırsın. Yoksa 10-12 sene onun yüzünü göremezsin."  

"Akın bana İstanbul'da lazımsın diyenden başkasının bu işin sorumlusu olmadığını ilan ediyorum"

Ve bu sebepten demiyorum, Allah'la kendi arasındadır ama bundan sonra çıksa ki 15 tane itirafçı. Yazdım gazeteci arkadaşlar, ben tek tek bu isimleri verebilirim. Gidip Silivri'de ziyaret edebilirsiniz. Bu şartlar altında ortaya çıkan etkin pişmanlıkla adalet sağlanır mı? Bu şartlar altında ortaya çıkacak ifadelerle adalet sağlanır mı? Bu sebepten bu meseleye bütün Türkiye kamuoyunun bu perspektiften elini vicdanına koyarak bir kez daha bakmasını, bu davanın savcılarının çaresizliğinin üstlerindeki başsavcıdan, o başsavcının çaresizliğinin Ankara'daki her şeyi ben bilirim ben ben diyen, Akın bana İstanbul'da lazımsın diyenden başkasının bu işin sorumlusu olmadığını bütün milletimize gözünün içine baka baka ilan ediyorum. Milletin iradesine baskı yapmaya, yön vermeye vesayetçilik denir. Gücünü milletten almayıp cuntaya soyunanlara vesayetçi denir. Vesayet postal giydiğinde de tanınır, kravat taktığında da. Birine kravat taktırmakla devlet adamı yapamadığınız gibi devletin başındaki yıllardır kravat takan biri darbeye giriştiğinde o kravat onu darbeci olmaktan, vesayetçi olmaktan kurtarmaz. Vesayet asker eliyle de kurulur, yargı sopasıyla da. Bu millet vesayetin her türlüsünü tanır, bilir, reddeder. Bu millet her şeyi affeder. Bazen yoksulluğa katlanır, bazen kendine yapılan başka türlü haksızlıklara katlanır, susar ama seçme hakkına, sandığa el uzandığında, çıkıp da koca koca generaller "bunu seçeceksin" dediğinde ya da bir başkası iki satırla kimin cumhurbaşkanı olup olamayacağına verdiği e-muhtırayla bir şey söylediğinde ya da milletin evlatlarını ordu evinin kapısında "Senin giyimini beğendim gir, sen torununun nişanına giremezsin." dendiğinde o vakitten sonra o vesayet odağı korksun. Onun için söylüyorum ki Kenan Evren'e haddini bildirenler, e-muhtırada doğru yerde duranlar, 15 Temmuz'da çıplak elle tankları durduranlar 19 Mart cuntasını darmadağın edecekler, darmadağın edecekler.

RTÜK ve TRT'ye tepki  

Dedim ya, Abdullah Amca gibi güzel hiçbirimiz anlatamaz, tanımlayamayız ama naçizane her darbe gibi bu darbenin de bir karargahı var. Karargah Beştepe'deki saraydır. Her darbecinin gibi bu darbenin de bir silahı var. Maalesef ele geçirdiği yargıdır. Her silahın olduğu gibi, yargıdaki silahın da bir mühimmatı var. O da maalesef iftiradır, yalandır. Bu iftira ve yalanların bir mühimmat deposu, cephaneliği var. Üzülerek söylüyorum ki o da vergilerimizle ayakta duran TRT'dir, Türkiye Radyo ve Televizyonlarıdır. Bakın, o TRT, hangi TRT? 31 Mart seçimlerinden önce Erdoğan ve AK Parti'ye 1945 dakika, o gece seçimin birinci partisi olacak, yüzde 65'ini belediyelerin alacak Cumhuriyet Halk Partisi'ne ve bana 25 dakika yer ayırmıştır. Seçim takvimi boyunca 1945 dakika AK Parti'ye, 25 dakika Cumhuriyet Halk Partisi'ne yer ayıran TRT'dir. 2003'ten 2024'e, 21 yıllık döneminde toplam geliri 13.3 milyar dolardır. 13.3 milyar dolar. Bu gelirin yüzde 16'sı, 2.3 milyarı reklamlardan, yüzde 84'ü ise 11 milyar doları bandrollerimizden, 2021 yılına kadar alınan elektrik payından oluşmuştur. Kanuna göre tarafsız yayıncılık yapması gereken TRT bugün 86 milyona değil, bir avuç cuntacıya hizmet etmektedir.

Ekrem İmamoğlu, sevgili başkanımız, şimdi olduğu gibi Silivri'de hücresinde kanaldan kanala geçerken TRT'nin bir kanalına yakalanmış. Gördüklerine inanamamış. Buna isyan eden bir paylaşım yaptı. Bunun üzerine utanmak, sıkılmak neredeyse RTÜK Başkanı ve İletişim Başkanlığı'ndan sert tepkiler geldi. Diyorlar ki: bir siyasetçinin tutukluyken TRT'yi hedef alması kamuoyunun haber alma hakkına saldırıymış. RTÜK üyesi Tuncay Keser'in 22 Mart ve 10 Nisan tarihlerinde TRT'nin taraflı yayınları hakkında yaptığı iki başvuruyu sümen altı eden RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, TRT'ye kalkan olmaya çalışıyor. Bir hatırlatma yapayım. Bundan önceki 4 ayda, pardon düzeltiyorum, bu yılın ilk 4 ayında, bu yılın ilk 4 ayında RTÜK 7 kez muhalif kanallara, Now, Halk TV'ye, Sözcü'ye, masumiyet karinesini, yani yargılanan birinin yargılaması bitene kadar masum olmasıyla ilgili temel bir kaideyi aksattıkları için 7 kez ceza kesmiş. Sebep ne? Sinan Ateş davası bitmeden tetikçiye katil diyor diye. Sebep ne? Kartalkaya yangını ile ilgili buradakilerin katilleri diye oradaki sanıkları söylediler diye ceza kesmişler. Çünkü yargılama bitmeden bunu yapmak suçmuş. Ebubekir Şahin, Allah aşkına şu kadar haysiyet varsa, şu kadar vicdan, şu kadar insaf, yapmış olduğun görevin gerektirdiği şu kadarcık, toplu iğne başı kadar adalet duygusu varsa. "İmamoğlu inşaat projelerinde usulsüzlük" TRT Haber, Gece Bakışı programı. "İddialar komik de çatı yüksekliği, teras büyüklüğü, kat planı projeye aykırı değiştirilmiş." Bakın, İmamoğlu'nu çatı yüksekliğini 20 cm yüksek yapmakla, terası büyütüp, terası küçültüp yatak odasını büyütmekle suçluyorlar. "İmamoğlu inşaat projelerinde usulsüzlük" dosya resimleri, bu TRT. Bırak yargılama bitecek, masumiyet karinesi, daha iddianame yok. Dosyada gizlilik var. Dosya TRT'ye servis edilmiş. TRT'de "usulsüzlük" iddiası bile demiyor. "Usulsüz yapıya kullanım izni. Beylikdüzü Belediyesi projeye aykırı yapıya izin belgesi düzenledi." Usulsüz yapıya kullanım izni. Bu mavi bir dosya. Güya dosya gizli. Kimse bilmiyor. Avukatlar zor görüyor. TRT bu ifadeleri kullanıyor.

"TRT evlatlarımızı provokatör olmakla suçluyor"

TRT bu ifadeleri kullanıyor: "İsyan eden öğrenciler için, polise saldıran provokatörler camlarını kırdığı İBB binasına girdi" Binanın giriş katını gösteriyor, 22 Mart. Evlatlarımızı provokatör olmakla suçluyor. Oysaki polisten kaçarlarken İstanbul İl Başkanı, sevgili Özgür Başkan dedi ki: "Genel Başkanım, açtık kapıları, gazdan kaçıyor çocuklar." Sonra da öbür kapıdan çıktılar, güvenle evlerine gittiler. Bak TRT'ye, canlı yayında veriyor bunu. Çıkmış bir beyefendi, almış önüne koca dijital ekranı.

Balonlara bak! "Ekrem İmamoğlu. Suç örgütü kurma, ihaleye fesat karıştırma, iş adamlarıyla hareket etme, ihaleler, hizmet alımları, muvazalı sözleşmelerde usulsüzlük yapma." İddiası bile demiyor, iddiası. İddiası bile demiyor. Bütün gece 4 saat bunu yayınlıyor adamlar. Ondan sonra, ondan sonra bir de diyorlar ki Halk TV'ye "Sinan Ateş'in katilleri dedin, daha mahkeme bitmedi, ceza öde." Nerede adalet? Nerede insaf? Nerede bu ülkede hepimizin paralarıyla, hepimizin vergilerinden maaşları ödenen TRT'nin yaptığı bu işler? Her darbe TRT'yi hedef alır. Her darbede TRT'den bir bildiri okurlar. Cuntanın ilk hedefidir ama 15 Temmuz'da nasıl cuntacılar gittiler TRT'yi ele geçirdiler ama en sonunda milletten şamarı yediler. 19 Mart cuntası da TRT'yi ele geçirmiş olabilir ama millet bizimledir. Bu 19 Mart darbecileri zaten zorda olan ekonomimizi tamamen batırdı, perişan ettiler.

"Yakılan para ile çiftçi başına 412 bin lira veriyorsun"

Dövizi tutabilmek için 50 milyar dolar, 1.9 trilyon lirayı cayır cayır yaktılar. Mehmet Şimşek denen bu darbenin mali ayağı. "Biz bu rezervleri bu günler için topladık." diyor. Oysa bakın, parayı Ekrem İmamoğlu'nu hapse atıp tepki yükselince, dolar yükselince onu bastırmak için, borsa batınca, 1 günde 31,5 milyar değer kaybedince, küçük yatırımcı ezilince, yabancı yatırımcı parasını alıp yurt dışına kaçarken, 3 milyar dolarlık hisse senedi satılıp giderken dolar fırlamasın diye almış bu parayı tutmuş. Bu 50 milyar dolar, 1.9 trilyon lira. Burada bizim yayını kaydeden kameraman arkadaşım, tertemiz bir kardeşimiz. Bu kardeşimize desek ki "Gel buraya, bu 1.9 trilyon lira sana emanet. Bu parayı al, en doğru yerde harca." Kardeşim derse ki "Bu milletin çiftçisi çok ezildi. Türkiye'deki bütün çiftçilerin toplam borcu 1 trilyon lira. Toplam borç bu kadar." 1.9 trilyonun 1 trilyon lirasıyla bütün çiftçi borçları kapanıyor

Geriye kalan 900 milyar lira ile çiftçi başına 412.000 lira para veriyorsun, destekleme. 412.000 lira bugün çok eski olmayan bir traktör satın alır mesela. Her çiftçiye 412.000 lira verebilirsin. Ya da bütün borçları kapatırsın, o borcu olan çiftçiye borcu kadar üstüne para verebilirsin. Böyle bir parayı yaktılar, Ekrem İmamoğlu korkusundan. Ya da arkadaşımız der ki "Atanamayan öğretmenler var, 1 milyon kişi." Bu 1 milyon kişiyi atayabilir kameraman arkadaş, 3 yıllık maaşını da peşin ödeyebilir. 1 milyon öğretmeni atar, 36 maaşı peşin ödeyebilir. Ya da kameraman arkadaşım der ki "Emekli benim babam, 14.500 lira ile geçiniyor. Özgür Özel de diyor ki 'Ona asgari ücret verelim.'" Yetki bende, para bende. "Ben bütün emeklilerin 14.500'lük maaşını bir asgari ücrete çıkarıyorum." der, 22.000 liraya. Buna parası yeter. Bu lazım olan paranın 1 19'da 1'i daha. Her en düşük emekli maaşını 30.000 lira yapar, daha paranın, daha paranın 9'da 1'ini harcamış olur. 9'da 1'ini. Emekliye para yok ya! 30.000 lira maaş için lazım paranın 9 katı var. Çiftçiye para yok ya! Bütün banka borçlarını kapatmak için lazım paranın 2 katı var. O yüzden herkes oturup düşünsün. Bu memlekete yapılan kötülük ne büyük bir kötülük. Bir iktidar değişiminden bu kadar çok korkuyorsa birileri, kalkmıyorsa o koltuktan, bunun var bir sebebi. 

"Her emeklinin cebinden bir gram altın aldılar"

Bakın, ayda yüzde 2,5 faiz düşecek. "Tayyip Bey çok biliyorum." dedi, 9 olan faizi 50'nin üstüne çıkardı. Seçimden sonra Nebati'yi yolladı, yerine rasyonel, sözde rasyonel, sözde demokrat, sözde namuslu, darbenin en önemli ayağı, mali ayağı olan, bütün dünyada artık kimsenin yüzüne bakmayacağı Mehmet Şimşek'i getirdi.  2500 baz puan diyorlar, %2,5. Düşe düşe güya enflasyon düşecek. Niye? Vaktiyle enflasyonun üstüne faiz verilse Almanya gibi, Amerika gibi başaracakken Tayyip Bey inadıyla fırlattı, şimdi kademe kademe düşüyordu. 2,5 puan düşeceği gün 3,5 puan artış oldu. Yüzde 6, İmamoğlu'nun tutuklanmasının faiz karşılığı. O gün Avrupa Merkez Bankası 2.75'ten 2,5'a indirdi faizi. Biz Türkiye'de faizi yüzde 46 yaptık. Dünyanın en yüksek ikinci faizi. Neredeyiz biliyor musunuz? En yüksek faiz Venezuela'da, orada da seçim sonucu, seçimler adil yapılmadı diye iktidar muhalefet arasında büyük bir mücadele var. Üçüncü sırada olan da Zimbabve, yüzde 35'le. Hani ekonomide en iyi noktada olanlar var ya, A'dan Z'ye diziliyoruz. Zimbabve ile Venezuela'nın arasına, V ile Z harfinin arasında Y var ya, bizim Yozgat'ı soktu bunlar. Yozgat dünyanın Zimbabve ile Zimbabve ile Venezuela arasına Yozgat'ı sokanlara, Türkiye'yi sokanlara, Ankara'yı, İstanbul'u sokanlara yazıklar olsun. Vatandaşın tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 172 milyar lira arttı.

Şu anda 4 milyon vatandaş, 4 milyon vatandaş kredi kartından takipte. Yani eve haciz gelmek üzere, kredi kartları takipte. Milletin ekmeği küçülmüştü, bu 1 ayda, 19 Mart'tan Ekrem Başkan'ın evinden alındığı 19 Mart'tan Yozgat'ta mitinge gittiğimiz 19 Nisan'a. 19 Mart, asgari ücret, Ekrem Başkan alınırken 6,5 gram altın alıyordu. 1 gramlık altınlar var ya, 6,5 gram altın. Bugün 5 gram alıyor. İşte size asgari ücretlinin cebinden 1,5 gram altın gitti. Emekli 4,5 gram altın alabiliyordu, 3,5 gram. Her emeklinin cebinden 1 gram altını aldılar. Memur, en düşük memur maaşı, 13 gram altın alırken 10 grama düştü. Her memurdan Tayyip Bey şöyle diyor: "Düşün ki burası Türkiye Cumhuriyeti, peşinden Ekrem Bey geliyor, panikle salona giriyor. 'Çıkar çıkar çıkar!' diyor, 'çıkar. Emeklilerden' diyor 'birer gram, asgari ücretlilerden 1,5'ar gram, memurlardan üçer gram para verin buna, Ekrem'den kurtulacağım.'" Bunun hesabı bu. Ekrem İmamoğlu'na operasyon yapılmasa bugün her emeklinin cebinde 1 gram daha fazla altın olacak. Herkesin cebinden bunları alan, çalan ve bunu da sırf iktidarı bırakmamak için yapan birileriyle muhatabız. "

Editör: TE Bilisim