“Yoh, yoh yoh. Heyat yoh”

Şafak henüz sökmüş, güneş taze doğmuş, dağlar aşılmış, Sivas Garı'na varmıştım ki, günüme bu sözler damga vurdu.

Bekleme salonunda tek tük insan var. Hava buz gibi, ortam sessiz, iç ısıtacak bir çay yok, her yer kapalı.

Aktarmalı gelmenin yorgunluğuyla bir banka iliştim. Henüz oturmuştum ki, bir ses. 60’ların başında gösteren bir adam, boydan boya yürürken, kendi kendine konuşuyor. 

Banklarda oturan insanların yanından geçerken gözlerine bakarak, beni duyun, der gibi konuşuyor. 

Salon o kadar ıssız ki, durmadan tekrar ettiği sözleri duymamak mümkün değil ama gözlerine bakan kimse olmuyor. Sakin, naif, çokça yılgın bir şekilde dolanıyor

Hep aynı cümleleri tekrarlıyor:

“Yoh, yoh, yoh. Heyat yoh.

Ben, olmuyor.

Yoh, yoh yoh olmuyor.

Valleh ha yoh. Bitmiş. Heyat yoh, olmuyor. 

Bir kısa metraj film izliyor gibi izliyor insanlar. Aynı cümleler, aynı tekrarlar.

Beni yola koyan bir düştü seher vakti Sivas Garı'nda duyduğum ses; bir düşüş.

Ömrü Malatya-Sivas garları arasında, bir çobanlık işi bulmak için renkli bir anı biriktiremeden geçen bir insanın hayattan düşüşü.

Yıllardır, ekmek olan yolları, şimdi derde düş olmuş. 

Biraz sohbet ettik. Kürtçe biliyor. Sürekli aynı şeyleri tekrar etmesi fazla Türkçe bilmediğinden.

Malatya’da bir ilçe köyünde yaşıyor. Her sene Sivas’a gelip çobanlık yapıyor, kışı geçirecek para biriktirip köyüne dönüyor.

Depremden sonra Malatya kırsalında neredeyse hiç iş kalmamış. Sivas’a gelmeden önce biriyle görüşmüş, ama geleli 4 gün olmuş ne arayan var ne aradığında açan. İş arıyor yok. Başka yerlerde çobanlık arıyor bulamıyor.

Birileri; Hayvancılık mı kaldı çobana ihtiyaç olsun demiş. Garda yatıyor, garda yaşıyor. 

Eve dönmesi için biletini almayı teklif ettim. Gözleri dolu dolu; “Yoh, yoh yoh. Para yoh. Karım var beni bekler, kışa ne yer ne içer. Ne derim? Yoh, yoh, yoh dönmem” dedi. 

İş bulamazsan ne kadar burada yaşayacaksın dedim. Yine aynı şeyleri tekrarladı, bir film karesi gibi. 

“Ben bilmiyor. Hep oluyordu. Gidemem yoh, gerek yoh, ben yaşamayayım” dedi.

Şaşkınlık, çaresizlik, iş bulup para kazanamazsa eşine ne diyeceğini bilememenin utancı, gözlerini dolduran damlalar.

O an; şafağın ışığıyla dolu güne, birden karanlık çöküyor.O çaresizlikle ben de çevreleniyorum.

Oysa; Dün kadar uzak, bugün kadar yakın çobanlık yaptığı yılları.

Ama artık yok.

Tarım ve hayvancılık ülkesinde nerdeyse tarım yok, hayvancılık yok.

Yok artık emekçiye iş, aş, ekmek yok. Yaşam yok.

Ağır şartlarda, insanca yaşamdan uzak, hak ihlalleriyle dolu, her türlü işe bile razı gelen memleketinden sürgün mevsimlik işçilere, artık mevsimlik iş bile yok.

Çünkü üretime destek yok, dışa bağımlı tüketim çok. 

Farkında mısınız?

Memlekette artık umut yok; Yoksulluk çok, Yokluk çok.

Yaşamından va geçmeye hazır, ölüme yürüyecek insan çok.

Sallar mı bu Ah’lar tahtları bilmem, ama ekonomik kriz böyle giderse çok hayatlar yıkılacak, budur görünen.