Mevcut iktidarın ilk yıllarında bir hızlı tren faciası yaşanmış ve 41 yurttaşımız hayatını kaybetmişti. O dönem yeterli alt yapı ve yeterli hazırlık olmaksızın bu seferlere başlandığı eleştirileri olmuş ve trenin kaza anında hızının 70 km olduğu söylenmişti. Bu kaza 2004 yılında oldu ve o dönem gazetelerinden birinde yer alan bir yazıda şunlar yazıyordu; ‘Yetkilileri defalarca uyardıklarını, raporlar yazdıklarını belirten mühendisler ve biliminsanları, "Hükümet bu kazayı biliyordu, çünkü gerekli uyarılar yapıldı, raporlar verildi. Ama şov için bu projeyi hayata geçirdiler" dediler. Başbakan ve bakanların görkemli törenlerle başlattıkları tren seferinden çok önce gerekli uyarılar yapılmıştı. Projenin mühendislik bilgisine başvurulmadan, müteahhit firmalara yaptırılarak faciaya davet çıkartıldığını söyleyen bir çok biliminsanı, hükümet tarafından adeta "hain" ilan edildi.’

Kazadan sonra iki makinist suçlu bulundu ve 8’de 4 hatalı bulunan TCDD’ye hiçbir ceza verilmedi. Suçlu bulunmuştu. Tanıdık mı geldi yoksa ‘Deja vu’ sarmalında mı hissettiniz kendinizi?

Hani o eski Türk filmleri dış sesindeki gibi aylar ayları yıllar yılları kovaladı. Geldik son deprem faciasına. Ardı ardına depremler devam ediyor. Ege de sallandı. İstanbul diken üstünde. Tek yapabildiğimiz Allah korusun demek.  Şimdi müteahhitlerin peşine takıldık. Elbette onlar da sorumlular ve suçlular. Ama sorumlu ve suçlular yalnız onlar mı? Biliminsanlarını dinlemeyen, kulak tıkayan yetkililer, belediyeler, denetlemek ve raporları incelemekle yetkili kişi ve kurumlar suçsuz mu? Ya halk? Bunu sadece eğitimsizlik, cahillik ya da çaresizliğin üzerine yıkamayız. Bugün bölgede evleri yıkılan bir arkadaşımla konuşurken, ailesinin üç kat izni olan binalarına arkadaşımın yapmayın demesine rağmen iki kat daha çıktıklarını öğrendim. Şu an o ev yok. Deprem şimdi olmasaydı imar affıyla yola devam ediyor ve gelecekteki yıkımı bekliyor olacaktı. Toplumsal bir aç gözlülük halidir bu. Sorumluluk da sorumsuzluk da hepimizin.

Deprem olduğu andan itibaren tüm yaşanan ve söylenenlere bir dönüp bakalım. Yaşamını ve sahip oldukları hayatı yitiren insanlara acımaktan daha çok hiç akıllanamayacağımıza acıyası geliyor insanın. Ne bir hazırlığımız var, ne bir önlemimiz var ne de akıllı başlı bir organizasyonumuz. Yardımlaşmada yarışacağımıza yardımlaşmada kavga ediyoruz. Aymazlıkla gösteriş yarışıyor. Bu kadar ağır bir darbede millet olarak nasıl kilitlendiğimizle övünmeye çalışıyoruz. Milyonların samimiyeti ekranlarda bir kavga gürültü duvarına çarpıp hüsrana dönüşüyor. Şunu unutmayalım, milyonlarca insanın hayatı geri dönüşümsüz olarak ve çok travmatik bir şekilde etkilendi. Boyut en büyüklerden biri de olsa bu ilk değil ki. Dere yatağına ev yapıp selde boğuluyoruz. Yangınlarda yanıyor, birbirimizi öldürüyoruz. Oysa birbirimize kıyamıyor olmalıydık.

Gelelim işin siyaset kısmına. O da deprem kadar yıkıcı. Hem de çok uzun zamandır. Ağzını açan, eleştiren, hesap soran hatta yardıma çalışanlar bile  ve kabaca bir hesapla muhalif %60 vatan haini durumunda. İktidarın onbeş gün boyunca depremzede memleketine yalnız gidememiş, kapatma sevdalısı ortağı Bahçeli’nin, Anayasa mahkemesi, Türk Tabipler Birliği gibi kurumlardan sonra statların da seyirciye kapatılması ültimatomu demokrasimizin gücünü artırdı. Seyirci ‘hükümet istifa’ sloganı atınca Bahçeli üstüne alınarak istifa etti. Ama kulüpten. Bundan sonraki spor hayatına Karagümrük’te devam edeceğini de açıkladı. Böylece bunca yıllık demokrasimizde ‘hükümet istifa’ sloganı da ilk kez suç teşkil etmiş oldu. Sporda, statlarda siyaset olmazmış! Sokakta oluyor mu? On kişi toplanıp aynı sloganı sokakta atsa vay haline. Ayrıca bu hükümette seçilmiş bakan yok. Halk seçmediklerince yönetilirken bu demokrasi oluyor da istifa isteyince neden suç oluyor? Sürekli suçlu aranıyor ve durumuna, kalıbına göre bir suçlu bulunuyor. Suçlunun da özgül ağırlığına göre cezası veriliyor. Sorumlular? Onlar yok. Sadece yetkili icracılar ve suçlulardan oluşan bir mekanizma var. Türk tipi demokrasi.

Ne çapulculuğumuz, ne sürtüklüğümüz, ne çürüklüğümüz, ne ahlaksızlığımız, ne namussuzluğumuz, ne adiliğimiz, ne şerefsizliğimiz, ne vatan hainliğimiz kaldı. İnsanın anasını da alıp gidesi geliyor.