Karanlıktan hala korkmamızın nedeni karanlıkta gelen vahşi hayvanlar, kuşların sesini sevmemizin sebebi ise karanlığın bittiği saatlerin güzel habercileri olması
Çocukken 2000 yılını hayal ederdim. Nasıl olacak acaba diye düşünürdüm. Kaç yaşında olacağım diye hesap edip ‘hmm 33 olacağım’ demiştim. Nasıl biri olacağım, ne olacağım diye düşündüğümü hatırlıyorum. Milenyum!! Uçağa binme hayali ve umudu bile olmayan bir çocuk olarak neler düşünebildim hatırlamıyorum. Cep telefonunu bırakın şehirlerarası telefonlaşmak bile güçtü. Zaten her evde telefon yoktu. Yani daha doğrusu bazı evlerde vardı. Bilgisayarsa adını duyduğum bir bilgiden ibaretti. Şimdi herkesin cebinde bir bilgisayar var. İstediğiniz her an istediğiniz ve hatta istemediğiniz biriyle konuşabiliyorsunuz. Konfor o kadarda konforlu değilmiş.
Şimdi yalan dolan ve yıkım yüzyılının ilk çeyreğinin sonlarına geliyoruz. Zaman zamanın içine girdi. İçimiz dışımıza çıktı. Sosyal medyayı açıyorsunuz Nazım Hikmet Cemal Süreya şiiri paylaşmış Attila İlhan beğenmiş. Dünyaya bakınca devlet yetkilileri ve liderlerin birçoğu şaklaban gibi. İlerlemiş sağlık hizmetleri ruhsal ve bedensel sağlığını iyice yitirmiş insanları tedavi etmeye çalışıyor. Bulduğu çocuk felci aşısının patentini almadan insanlığın hizmetine sunan Prof. Salk’ın yerini sözde laboratuvar kaçkını virüse karşı yapılan aşıyı birbirine satanlar aldı.
Bugünden bakınca geçen yüzyılın ilk yarısı da çok acılıydı. İki koca savaş geçti dünyanın başından. İki yıkıcı paylaşım savaşı. Bugün paylaşım dendiğinde sosyal medyada yumurtladıklarımız geliyor akla. Yirminci yüzyıl başında insan ömrü ortalama 45 yıl kadardı şimdi 75-80 ve ölümsüzlüğü konuşuyoruz hak etmediğimiz halde. Birçok hastalığın tedavisini bulduk ama ruhlarımız yaralı. İnsanların eşitliği, emeğin değeri, sosyalizm derken 70 yıllık bir deney faşizme dönerek hayal kırıklığıyla yok oldu. Duvarlar yıkılıp kitlesel konserlerle kutlanırken tarih sona ermedi ve kredili borçlar duvarına tosladık. Özgürlüğün tutsağı, sanal alemlerden arsa alıp hiç tanımadıklarımızla fingirdeşir olduk. Hazzın merkezine seyahat! Bütün bilgilere ulaşabilirken hafızamızı sıfırladık. Ezbere şiirler okurken elli sayfalık kitap okuyamaz hale geldik. Düşünceyi bilgiye sattık. Şairleri, düşünürleri birer cümlelik çerezlere döndürdük. Ne bir yazar, ne bir şair ne bir ressam ne de bir filozof doğurabildik. Birçok hayvan gibi onların da neslini tükettik. Geviş getirmekten başka bir şey yapamadık. Sanatı dijital dizilere gömdük. Herkesi fotoğraf sanatçısı yaptık. Hepimiz birer sefil ünlüyüz artık. Çalıntı ve tekrar paylaşımlara ne kadar beğeni aldığımız ve ne kadar takipçimiz olduğuyla meşgulüz. Erkekler erkeklere kalp yolluyor ve bu cümle bile saldırıya açık. Konuşmayı bırakıp hiyeroglife döndük. Bir yandan ezik öte yandan atarlıyız. Klavye linçini keşfettik. En büyük soyutlama olan paranın bile daha soyutunu bulduk ve bazılarımız bir gecede battı. Protestocular ve hak arayanlar terörist, demokrasi demo formunda. Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmakla yetinmedik yedik, yuttuk, içeri tıktık, astık, kestik, parçaladık. Kuşakları Z ile noktaladık. Dünyayı cehenneme çevirip Mars’ta koloni planladık. Gerçeği askıya alıp Post-truth diyiverdik. Postu kaptırdık.
Her insan denizi ve suyu sever. Yeşilde huzur bulur. Çünkü milyarlarca yıl önce sudan geldik. Yüzbinlerce yıl ormanlar evimiz oldu. Karanlıktan hala korkmamızın nedeni karanlıkta gelen vahşi hayvanlar, kuşların sesini sevmemizin sebebi ise karanlığın bittiği saatlerin güzel habercileri olması.
Bu bilinçaltıyla ve bu yüksek teknoloji ile sonunda başa döneceğiz gibi geliyor. Ama yine de güleceğimiz bir yıl olsun. Birbirimizi kırmayacağımız, yakıp yıkmayacağımız.
Türkiye açısından da düşeş atıp yek gelmesin diyelim.