Siz de arada kendinizle gece konuşmaları yapar mısınız? 

Öyle ya; toplumsal yozlaşma, kültürel erozyon ve gitgide derinleşen yoksulluk, eşitsizlik var. 

Bu bağlamda hepimizin; iktidara, muhalefete, siyasetçiye sözü var da, hiç kendimizle bir düşünüp yüzleşiyor muyuz, toplum bireylerden oluşuyorsa, bizim de bir dahlimiz var mı diye?

Ben yaparım.

Mesela şu son 7 yılımı düşündüm. Geriye baktım, An’a baktım, hep yenilmişim. Geleceğe bakayım dedim, puslu. Belli ki yarınlara da yenileceğim.

'Bitti işte' dedim, bir yaz daha…

Sarı, kırmızı, mor açan tabiat yerini, sararan yapraklara yine kuruyan çiçeklere bırakacak.

Tıpkı insanlar gibi, ama tabiat kendisini yenilemek için yapıyor eylemselliğini.

Ya biz? 

Eylemsellik demişken, etrafımızda da her şey değişiyor da, ama nasıl?

Korkunç bir karanlığın ortasında tek başımızayız.

Nereye dönersek dönelim, bir bıçak sırtına çarpıyoruz ya da hayatı bir solucan gibi korkarak yaşayan; hilekar, yalancı insanlara…

Çaresizlikle sarılmış, umutları tüketip, hayalleri bir bir direklere asmışız.

Sanki bozkır ortasında; susuz ve toz içinde kalmış gibi, kendi ülkemizde kenara atılmış, unutulmuşuz. 

Araba kasalarında taşınan, duvar diplerinde yaşanan hayatlara kör, çöpten yemek toplayanlara, gıdasızlıktan zayıflamış çocuklara, feryatlara sağırız. 

Keder içinde korkuyla bocalayan koca adamlara dönüşmüş, salt karın doyurmayı “yaşamak” sayar olmuşuz.

Ne oldu bize diyorum. Değişen dünya mı, yoksa biz mi?

Olup bitene, sadece sanal dünyalarda tepki vermekten öte gidemiyorsak eğer, yozlaşan biraz da biz miyiz? 

Vicdan; sosyal medyadan kasılan duyarla, toplumsal insani sorumluluk üç beş cümle ile kınayınca yerine gelmiş mi oluyor?

Evet diyorum. İşte yaptığımız tek eylemsellik bu.

Biz unuttuk sokakları, küstürdük. Mücadeleyi kuruttuk.

Koca “yalanlar” ordusuyla ses etmeden yaşıyoruz. Üstelik onlara benzeşerek.

Peki, bir kaç kişisel çıkar uğruna değer mi? 

Değer mi mesela, bir çocuğun kara gözlerinden yaş akıtmaya?

Ne oldu bu kadar “yalan” lara inanır olduk. Gerçekleri görmek yerine, nasıl oldu da dönüp bu kadar yalanı söyler olduk.

Nedir bu yalandaki güç? Kendimizi kandırmak, aldatmak birilerini. Niçin değerli, güçlü, yenilir ki?

Cevap verdi Yaşar Kemal’ in “Teneke” kitabından TELLAL’ın sözleri:

“Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır. Yalanın geleneği var, senin doğrunun her gün yeniden yaratılması, her gün bir Şafak Çiçeği gibi yeniden açması gerek. 

Kendine güvendiğin için yalancı değilsin. Yalan dolan bilmediğin için, yalan karşısında sen yenileceksin. 

Yenilmenin tadına varacaksın, doğru yenilmeli.

Yenilmeyen, doğru yenmiş sayılmaz. Doğru yenile yenile öyle keskin bir hale gelmeli ki, yüz bin yıl su altında yıkanmış, düzelmiş çakıltaşı gibi.”

Yaş almış ilerlemiş, daha ne kadar yenilmeliyim doğrunun kazandığını görmem için.

Yaş demişken aklıma geldi, huzurla da ölemeyeceğim, dedim.

Yine bir Yaşar Kemal hikâyesi söze girdi.

Dedi, evet.

Çünkü:

“Bir adam Urfa'ya gelmiş bilmem kaç yıl önce, 20 yaşında bir delikanlı, hayran kalmış herkes. Herkes evine çağırıyor, selam veriyor, herkes kardeş gibi davranıyor, inanılmaz bir güzellik. Sonra adamı Urfa'nın ahırlarına götürmüşler. Urfa tarihten bu yana ünlüdür atlarıyla. Hatta devrinde, her yıl Asurlulara yüzlerce at vermiş buralar. Adam bir ay kaldıktan sonra memleketine dönmüş, sonra 90 yaşına gelmiş, yahu şu dünyada zaten ölüp gideceğiz, ağız tadıyla ayrılayım şu dünyadan demiş. Yeniden gitmiş, bakmış ki selam verse kimse yüzüne bakmıyor. Yıkılmış, bir de atlara bakayım demiş. Bir sürü at, derisi kemiğine yapışmış, dağlarda yayılıyor. Şaşırmış kalmış, keşke gelmeseydim buraya demiş. Bir hanın önünden geçerken yaşlı bir adam uyukluyormuş, ağzına, yüzüne sinekler dolmuş. Uyandırmış, hele kalk. Yahu demiş, burada bir zaman çok iyi insanlar, çok güzel atlar vardı, ne oldu? Yanıtlamış adam: “O iyi insanlar o güzel atlara bindiler, çekti gittiler.”

Belli ki bizim ülkeden de gitmiş. Bizden de geçmiş de, ya gençler, çocuklar?

Konuşun kendinizle, sorun; bu kadar korku, yalana bu denli kanmak hatta susmak yetmez gibi, bir de tüm bunları yapanlara benzeşmek, ne için? 

Yalan söylemi bırakmadan, kurtulamazsın yalandan teşkilat kuranlardan. 

Kurtaramazsın; ne kendini ne toplumu yozlaşmadan.

Değer mi esen korkuya teslim olmaya, bir de üstelik benzeşerek onlara kendimizden vazgeçmeye, susarak, göz yumarak her şeye, bir halkı ağlatmaya?