Yanmıyor yürekleri, acı duymuyor, eksik, bir şeyler eksik hayatlarında yitirmişler.

İnsanlar; yokluğun, hiçliğin içinde tek başına kıvranırken; gözleri kör, kulakları sağır, kurumuş vicdanları hissetmiyorlar.

Talanın, yıkımın altında kaldı koca bir halk, sesini çıkaranı cezalandırıyor “sakın ah deme” diyorlar.

Toplumsal refleksler koptu, tepkiler durdu, koca ülkenin insanları; Çınar’a dadanmış kurtçuk misali, içlerine salınan korkudan çürüdü.

Atların tepişip, çimenlerin ezildiği bu korku düzenini söküp atmanın zamanı geldi de geçmedi mi? Ki, bu acı dolu günlerde, muhalif kurnazlığa dayananların çıkışlarıyla çalkalanıyoruz.

Neyin hesabı? Hani her şey aydınlıktan karanlığa çıkışın mücadelesi, amaç azınlığın değil çoğunluğun kararıydı?

Hani her şey; tekliğe bağlanmış; hukuku, adaleti, yeniden hayata geçirerek içi boşaltılmış Cumhuriyet’i 100. yılında çokluğun sesi olan Demokrasi ile yeniden inşa etmekti?

Hani 7 bölgesiyle kadim coğrafyayı; dünyayı, insanı, kuşu sevmeyen, yeşilini, dağını, ovasını kurutanlara, hak hukuk gözetmeyenlere karşı birliğin savaşıydı?

6’lı masanın; demokrasi adına çağrıcısı ve birleştirici gücü olan ve kendisinin bu günkü parlamentoda yer almasının önünü açan Anamuhalefet partisi ve masa bileşenlerine dayatma, etik siyaset anlayışına sığmadı.

Üstelik yüzyılın felaketini yaşayan 10 kentin ve ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun vahameti ortadayken...

Eşitlikçi güç dengesini bozanların, hâlihazırda devam eden şimdiki yönetim olan teklikten bir farkı kalmaz.

Bileşenleri anlamlı kılan çok renklilik ve sesliliğin köprüsü demokrasidir. Çoğunluğun kabulünü almış bir adaya rağmen, oluşum içinde dayatma; kendinden farklı görüşleri olan tüm bileşenler ve tabanların hassasiyetlerini görmezden gelmektir.

Liderleri, sol gelenekten seçmeni sağ muhafazakar bir partiye, stratejik oy minvalinde tabanını ikna edebiliyor, fakat oluşum içinde bulunan sol partilere oy vermeye sağın temsilcileri seçmenini ikna edemiyorsa, burada sorgulaması geren kendi liderlikleridir.

İçinde bulunduğumuz karanlıktan çıkışın yolu birlik mutabakatıysa, bunu da liderler ve kurmayları tabanına anlatmakla yükümlüdür.

Milyonlarca oya sahip sol seçmeni hiçe sayarak, tek parti tabanı hassasiyeti dayatması etik olmadığı kadar adil de değildir. Üstelik bu tutumda ısrar mevcut iktidarı beslemektir.

Mevcut iktidarın ciddi yara aldığı ve seçimlere çeyrek kala alınan bu tutumda ısrar; bileşenlerine yarar sağlamayacağı gibi, ısrar edenleri de sarsar. Tekliğin bir güç olmadığını onlar da bir kez daha anlar. Dağıttıkları masa 5 ayakla da dimdik durur ama masayı dağıtanlar altında kalır.

Akşener’in Kılıçdaroğlu adaylığına karşı çıkışı, ifade edilen gibi tabanın istememesi değil, dar kalıplara sıkıştırılmış aşırı milliyetçiliğin sonucudur.

Ezcümle; amaç, tek adam rejimine son verip parlamentoyu güçlendirmekse, adayın kim olacağından çok hedefe odaklanmak gerekirdi.

“Halk yararına işleri, kör olası ben kulesine hapsetmemek her onurlu insanın işidir.” der Yaşar Kemal, şöyle de devam eder:

“Ben umutlu adamım, bir şeye inanırım ki gerçektir, o da her kötülüğün bir iyi yanı vardır. Bir çürüme, başka bir sağlık getirir.”

Tarih, büyük bir deneydir. 

Halk; 2018 MHP/ Bahçeli destekli tek adam rejimini de gördü, sonuçlarını yaşıyor.

İkinci bir İYİP/Akşener vakasına izin vermez. Zaten aynı kemik aynı yerden ikinci kez kırılmaz.

Ne diyelim; İyi Parti'nin çürümüş milliyetçiliğinden kurtulmanın masaya fayda getireceğini, tıkanmış toplumsal uzlaşı yollarını açacağını düşünelim.

Kazanılan bir şey yok belki ortada, ama henüz kaybedilen de yok. 24 saat siyasette çok uzun bir süre. Umudu diri tutalım.