Gece saat 01:45. Küçük bir mutfakta, loş ışığın altında iki kişi karşılıklı oturuyor. Masada soğumuş çaylar, arasına uzun sessizlikler giren bir sohbet… Kadın elindeki bardağı yavaşça masaya bırakıyor ve şöyle diyor:
“Beni hâlâ seviyor musun, yoksa sadece alıştın mı bana?”
Adam, gözlerini kadınınkine kaldırıyor. Belki bir cevap arıyor, belki de kendine bile itiraf edemediği bir duygunun içinde sessizce kayboluyor. Bu sahne, belki binlerce ilişki içinde yaşanıyor. Ve belki de asıl soru bu: Birlikte olduğumuz insanı gerçekten seviyor muyuz, yoksa sadece onun varlığına alıştık mı?
Bir ilişkiye başlamak, çoğu zaman tahmin ettiğimizden daha kolaydır. Tanışmalar, ilk mesajlar, heyecanlı buluşmalar... O ilk zamanların ışıltısı, iki kişinin arasında bir bağ kurmak için yeterli gibi görünür. Ama asıl mesele, o ilişkiyi zamanla derinleştirebilmekte, birbirinin hayatında kök salabilmektedir.
İlişkilerde zaman geçtikçe değişen şey sadece hisler değil, ihtiyaçlardır da. İlk başta bizi çeken şeyler –belki bir gülüş, belki ortak zevkler– zamanla yerini daha farklı beklentilere bırakır: Anlaşılmak, değer görmek, destek hissetmek… O yüzden bir ilişkinin sağlam kalabilmesi için, duyguların da büyüyüp evrilmesi gerekir.
İlişkinin başlarında her şey heyecan vericidir. Konuşmalar uzar, küçük sürprizler önem kazanır, zaman nasıl geçtiği bile anlaşılmaz. Ama aylar geçtikçe, günlük hayatın içindeki tekrarlar başlar. Sabah mesajları alışkanlığa dönüşür, sohbetler gündelik konulara sıkışır, hatta bazen aynı evin içinde bile birbirinden uzak hissedebilir insanlar. İşte tam bu noktada devreye gerçek yakınlık girer.
Gerçek yakınlık, sadece "seni seviyorum" demek değil, karşındaki insanın iç dünyasını tanımaya çalışmaktır. Onun travmalarını bilmek, tetikleyicilerini fark etmek, yalnız kalmak istediğinde bunu kişisel algılamamaktır. Aynı zamanda kendini de açıkça ifade edebilmektir: Kırıldığını, korktuğunu, bazen de ne yapacağını bilmediğini dürüstçe söyleyebilmektir.
İlişkilerde en büyük yanılsamalardan biri, her şeyin "kendiliğinden" olması gerektiğine inanmak. Oysa sağlıklı ilişkiler kendiliğinden değil, bilinçli çabalarla büyür. Birbirini anlamak, zaman zaman birbirinden uzaklaştığını fark etmek, sonra o mesafeyi azaltmak için yeniden yaklaşmayı seçmektir.
Çiftlerin sıkça yaşadığı bir kırılma noktası da iletişimsizliktir. Bazen sorunlar birikir, konuşulmaz, bastırılır. “Zaten anlamaz,” diye düşünüp içine atmak, ilişkiyi yavaş yavaş içten çürütür. Oysa etkili bir iletişim, karşındakini suçlamadan konuşabilmekle başlar. “Sen zaten hep böylesin” demek yerine, “Ben kendimi böyle hissettiğimde zorlanıyorum” diyebilmek büyük bir fark yaratır.
Peki ya alışkanlık? Evet, zamanla ilişkiler bir rutine oturur. Aynı yerde yemek yenir, aynı diziler izlenir, aynı konular konuşulur. Bu durum sıkıcı gibi görünse de, aslında bir ilişkinin güvenli limanıdır. Çünkü alışkanlık, kendini o kişide güvende hissetmenin de bir sonucudur. Ancak bu alışkanlığın içine zaman zaman küçük sürprizler, farklı deneyimler, birlikte keşifler katılmazsa; ilişki heyecanını değil, canlılığını kaybedebilir.
Ve belki de en az konuşulan şey: bireysellik. Bir ilişkide sağlıklı kalmak için, kişinin kendi alanını koruyabilmesi çok önemlidir. Kendi arkadaşlıklarını sürdürebilmesi, yalnız kalabilmeyi başarabilmesi, kendi gelişimine zaman ayırabilmesi... Çünkü bir ilişkide iki kişi ne kadar kendini beslerse, o bağ da o kadar güçlü kalır.
Sonuç olarak, bir ilişki ne sadece sevgidir ne de sadece alışkanlık. İlişki, her gün yeniden seçilen bir bağlılıktır. Zaman zaman yorucu olabilir, hatta bazı dönemlerde sevgi yerini öfkeye, kırgınlığa bırakabilir. Ama bütün bunlara rağmen el ele yürüyebilmek, aynı yolda kalabilmek, yeniden birbirine dönebilmek… İşte gerçek bağlılık budur.
Unutmayın, sevgi bir duygudur; ama ilişki, emek ister. Ve en kıymetli şeylerden biri, bir insanın yanında “kendin gibi” olabildiğini bilmektir.
Soru ve görüşleriniz için: [email protected]