Milyonlar, binler içinde aslında nasıl da yalnız..
Etrafındaki hiç bir kalabalık, dindiremiyor ıssızlığını..
Eşsiz, dostsuz değil belki, ama içinde kimsesiz hissetmiş..
Öyle değil midir zaten. Tüm büyük çaresizlikler, küçük bir heceden başlar..
Bir ihanet, belki sitem, doluca sessizlik, görkemli bir çığlık olmuş içimde ve işte böyle başlamış çaresizliği de..
Anlamış; bazı şeyler, insanın kalbiyle belleği arasında başlıyor.
Ve kalbine seslenmiş.
Ey Kalbim, belleğimsin. Sustur şu dinmek bilmeyen iç sesimi ve seslenmiş belleğine.
Ey belleğim, kalbimsin.
Sustur kalbimin atışını..
Olmamış. Olmaz elbette.
Hayat devam ediyor ve geliyor bildiği gibi..
Sonra bakmış; işin, aşın, yaşamın özü zaman!..
Ama o da ne!. Her şeyi tek bir şeyle sınayan zaman, sınamış onu sevgisiyle..
İşte o an fark etmiş. Yaşamla bir bağ kurmak zorunda. Yoksa, kopacak yaşam ondan, o yaşamdan..
Bir bağ, ama isyanda, ama çığlıkta, ama sitemde..
Önce; hayatla arasında bir bağ kurmak adına, sitem etmiş kendine, Sitem ettim önce kendime.
Çünkü; yaşamla merhabalaştığı ilk andan itibaren, hak etmediği bir çok şeyin bedelini ödemiş, ödemeye de devam ermiş. Yıllar içinde kuvvetli bir sitem biriktirmiş..
Oysa; nasıl ortada duyguları, hissettikleri hatta yanılgıları. Hani, bir dosta gösterir gibi içinde ki yarayı, nasıl da göstermiş.
Dünyaya, dünyadaki değerlere, kendine bile, ama elbette sevgiliye, NAZE’ ye..
Duymamış dünya, görmemiş değerleri, hissetmemiş NAZE..
Adına, “Gizemlisin” demişler bir başına bırakmışlar, üzerine içinde ki ağırlığı bırakarak..
Yaralarına derman bulamayan, hastalığına ilaç olamayan, bir garip suskunluğun içinde konuklamış bulmuş kendini..
Öyle ki;
Vardır demiş. Susmanın çığlık olduğu zamanlar vardır..
Ve geçersiniz demiş. Bir dağ yamacından..
Bir yar başından..
Bir kuytuluktan geçer gibi geçersiniz..
Yüreği kimi zaman sessiz, kimi zaman çığlık olmuş. Hatta; sesle, sessizlik arasında kalan, tutunduğu sessizlikle gecenin karanlığını yırtmış.
Tutmuş; gündüze ve geceye sormuş. Yerinize geçebilir miyim?
Acılara dayanabilmek için, gündüze koşmuş. Gündüzleri ağlamamak için direnip, kendini gecede bulmuş.
Ama ne gündüzle ne geceyle derman olmamış..
Derindeki yara kan içinde..
O yara ki yürek içinde..
Fark etsinler üzünçlerini istemiş hani, öyle vurdum duymaz değil de, hisseden, kalbi sızlayan insanları olsun hayatında istemiş..
Hani umuda da hiç tutunmuş değil.
Tutmuş; kısa otlara, uzun dalların öyküsünü anlatmış, bir tarla kuşu misali..
Ama yine, o da ne!.. Acı acı fren yapan trenin, ruhunu ürküten yüreğinin çığlık sesi sarmış her yerini..
Ki, bazen sessiz akan nehirlerin sesine dönüşmüş hissettikleri
Evet, bir Onur KUTLU kitabı olan, “NAZE” den bahsediyorum.
NAZE’ de; sitemi, isyanı, gönül inceliğini ve o incelikli gönüle yaşatılan, gönül ve hayal kırıklığını hatta, hayata mesajları buluyorsunuz, ama ihanetin vurgusunu da ensenizde hissediyorsunuz.
Fakat, en çok duyduğunuz bir çığlık!.. NAZE aslında tam da bu çığlıktan çıkmış.
“Çığı bir küçük serçe harekete geçirir.” Çerkes atasözündeki gibi;
Yazar; ruhunu ürküten, yüreğinin çığlık sesini cümlelere dökmeye, yazmaya karar vermiş..
Zira; yazmakla, bir eylem olarak içinden dışarıdan bir kalbe bir mektup olarak başladığı yolculukta, içinde bastırdıklarını da dünya ya bir çığlık olarak göndermiş..
Belki dünya..
Belki o dünya içinde gördüğü değerlere..
Kimbilir belki kendine..
Ama ille de bir sevgiliye..
Çünkü kendini onun sesinde duymak istemiyle..
Kendini okumamış biri olarak nitelendirerek ilk kez bir kitap yazan yazarı kutluyorum..
Bir mavi yüreğin çığlığını okumak isterseniz, bir mektup olarak yolculuğa çıkan NAZE’yi okuyun derim..