Halk, STK’lar ve muhalif siyasetçilerle hepimiz şu an sadece; henüz sıcak olan derin acının, haklı öfkenin kıvrımlarında insani yardıma kanalize olmuş durumdayız.

Ki, engellemelerle dolu bürokrasi duvarlarına rağmen, bu koordinede muazzam bir duyarlılıkla başarı gösteriyoruz.

Yaşam üzerine yazılan her şeyin bir karşılığı vardır ve sadece insanın değil; doğadaki tüm canlıların, bir kedinin hatta gökyüzünde bulutların kendini anlatamadığı yerler vardır.

İşte böyle durumlarda başka biri devreye girer, onları anlatmaya başlar. Gazetecilik de budur. Gözlerin gördüğü, kulakların duyduğu, anlatılamayan gerçeği yazmaktır gazetecilik.

Biliyoruz ki, gerçeği yazanlar gözaltılarla susturulmaya çalışılsa da, 6 Şubat felaketinin de en karanlık yerlerine inilecek, egemenlerin insan yaşamını nasıl alaşağı edip gizlediğini, zorlukların giderilmediği anlatılacak, yazılacak, sorumluluları gün yüzüne çıkarılacak. 

Fakat önce bugünü okuyup yarını görmek gerek. Zira hiçbir şey görünenden ibaret değildir. Bir kaç gün sonra viran olmuş kentlere insani yardım gönderilmesi yetmeyecek.

Ve Van depreminden biliyoruz ki; olayların oluş anlarında son derece duyarlı olduğumuz kadar, ilerleyen zamana yenik düşen, hafızası da zayıf toplumuz.

Yıllar geçti, Van’da insan hayatları konteynerlerde asılı kaldı. Esnaf, tacir yalnız bırakıldı, kendi yaralarını kendileri sarmaya çalıştı. Ve o yara hala kanıyor. Çünkü bir yaraya “ilk yardım” can kurtarabilir ama hayatın sonrası için yeterli gelmez, tedavi gerektirir.

Kalanlar için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir gecenin seherinde; bölgenin, kentlerin, tarih ve kültürle dolu anıları yok oldu, canlarıyla beraber milyonlarca insanın bir anda tüm hayatları da karardı. Bilindik hayatları ellerinden kaydı.

Bu sebeple; acımız ne kadar derin olsa da, hayatta kalanların ve bu kentlerin bundan sonrasını tam da bugünden düşünmek zorundayız.

İnsanlar can pazarında, vicdanlarımız kanarken ve sıcak evimizde oturmaktan utanırken birçoğumuz, sonrası öncelikli sorun görünmeyebilir. 

Eğer bugünden bir şeyler yapılmazsa, bizi bekleyen gerçekler de var. Çünkü sadece battaniye gönderip, çadır kurmayı, bir öğün çorbayı, sosyal devlet sanan, sevmeyi  bilmeyen, hiç sevilmemişlerin;

Kendisinden başkasını görmeyen, merhameti unutanların;

Acının içinde yanan yüreklere su serpmek yerine, azarlayanların;

Hayatları saniyeler içinde yerle yeksan olan insanlara; yasak ve tehditlerle gözdağı verenlerin;

Oy varsa el uzatan, yoksa sırtını dönen muktedirlerin; depreme geciken, müdahalesi nasıl ki daha fazla canımıza mal olduysa, sonrası için gecikmelerin bilançosu da ağır olur.

6 Şubat felaketini yaşayan canların; çıkmazları, zorlukları ve yaşamla mücadeleleri asıl bundan sonra nasıl olacak.

Yarını bugünden görüp, okumak ve neleri yapabileceğimize bugünden hazırlanmak, kalanlar için “İnsanlığı” kurtarmak zorundayız.

Ve bir gazeteci nasıl ki olayları salt gerçeklik ile halka aktarırsa, olayların sonrası için de gördüklerinin kılavuzu olmak zorundadır.

Kimsesiz bırakılan kentlerin acısında, hepimiz enkazın altında birlikteyiz. Bu gün acıya dokunan; milyonlarca halkla, bilim insanları, çığlıkları duyuyor ve dili oluyor.

Ama acı öyle büyük ki, kanımız donmuş, kalplerimiz buz tutmuş, gözyaşlarımız akmıyor, ağlayamıyoruz. 

Oysa ağlamalı. Hani, aşikâre, ayıpsız, yağmur misali. 

Çünkü ağlamak en insan yanımız. Akıtarak acının gözyaşını, isyanla çoğalmalıyız.

İşte bu yüzden, her ne kadar görünen köy kılavuz istemese de bugünden; görmeyen değil, görmek istemeyenler için acının yarınına dokunmak istedim.

Çünkü eğer insanca yaşam koşulları sağlanmazsa, sadece enkaz altındakileri değil, üstündekileri de; acıdan ve soğuktan kaybedeceğiz.

Tam da şimdi. Akıt, boğulsun kötülük, göz yaşındaki isyanda..

Ağla yurdum, ağla. Hani, aşikâre, ayıpsız, yağmur misali..

Ağla…