Yaşanan ekonomik krizlerle ortaya çıkan tablo; utanç verici bir yoksulluk ve eşitsizlik. 

Hukuk için Can Atalay’ın durumuna bakmak yeterli..

Sayısız saçmalıklar eşliğinde yaşamaya çalışan gençler, hayal dahi kuramayacak kadar umudu yitirdi. İmkân yaratabilen yurt dışına gidiyor, kalanlar haberlere yansıyanlara bakılırsa ölümü seçiyor.

Dünyada eşi benzeri olmayan kira artışlarıyla barınma sorunu, insanı yutan bir obruğa dönüşmüş durumda.

Öte yandan paranın her şeyin ölçüsü haline geldiği bir zamanda; faydasız, boş şeyleri gösterişle sergileyip, başkalarından üstün olduklarını, şanlı bir şey yaptıklarını sanan gözü doymazlar var.

Bu duruma dünyanın her yerinde çürümüşlük denir.

Gözler son bir çare muhalefet arıyor.

Ama o da ne!

Muhalefet, ne ülke gündeminden ne de dünyada yaşanılanlardan haberdar. Sözde “değişim” rüzgarına kapılmış, uyuyor gibi. Üstlerine ölü toprağı serpilmiş, refleksler cansız, her şey normalleştirilmiş.

Toplumsal çöküş tam da bu noktada başlıyor.

Yaşananlar ruhları öyle karartmış ki, ne kendileri ses edebiliyor ne de edenin yanında yer alacak cesareti ve gücü bulabiliyor. Bu da toplumsal erozyonu tetikliyor.

Oysa kültürel ve sosyal erozyonlardan, toplumsal çöküşlerden sıyrılarak insanları; ekonomik refaha, mutluluğa ulaştırmanın tek yolu, eşitlik ilkesini uygulamaktır.

Bu da bir devletin; en sağlam en güvenilir yanı olması gereken “adaletin” ve “hukukun” uygulanmasıyla mümkündür.

Eğer; bir grup bu bozuk sistemden besleniyorsa, sistemi rayına oturtmak, o toplumdaki ötekinin sesi olma misyonu muhalefetin görevidir. 

Toplumsal mücadeleyi, demokratik haklar çerçevesinde en sağlıklı biçimiyle harekete geçirecek olan yine muhalefettir.

Ama bakıyoruz ki bizim muhalefet son seçimlerden çıkamamış, 'aynı sakızı çiğneyip aynı horozları dövüştürerek' de yerel seçim kazanacağını sanıyor.

Demokratik denklem kurulmadıkça bu sistem ve karşısında mevcut muhalefetle toplumun yaraları sarılmak yerine, daha da kanayacağa benziyor.