Okul hayatı, insanın en masum olduğu ama en çok hayal kırıklığına uğradığı dönemdir.
İlkokulda “Büyüyünce çok rahat edeceksin” diye kandırılır, ortaokulda “Lise çok daha kolay
olacak” diye avutulursun, liseye geldiğinde ise “Üniversiteyi kazan, hayatın kurtulsun” denir.
İşin komik tarafı, üniversiteye gittiğinde de “Bu daha başlangıç” diye bir kahkaha atarlar.
Kısacası, eğitim sisteminde ilerledikçe hayatın kolaylaşacağına dair büyük bir yalanın içine
düşersin.


İlkokul: Kaybolan Kalemler ve Bitmeyen Teneffüsler


İlkokulun ilk günü, annenin gözyaşları içinde seni bırakıp gitmesiyle başlar. “Ağlamayacağım”
dersin ama sınıfın kapısı kapanınca anlarsın ki burası uzun bir yolculuğun başlangıcıdır. En
büyük sorunun, neden “Ali topu at” cümlesini okumak zorunda olduğundur. Ali topu atsa ne
olacak? Top gidecek, belki biri tutacak, belki de kaybolacak. Tıpkı silgilerimiz gibi...
İlkokulda en çok yaşanan trajedi, kaybolan eşyalar olur. Silgin bir anda yok olur, kalemin
masanın üstünde dururken bile bulunamaz. En acısı da, annene her gün yeni bir kalem
aldırdığında yaşanır. "Oğlum/kızım ne yapıyorsun bu kalemleri, yiyorsun mu?" diye başlayan
sorgulama, seni hayatın ilk büyük davasında sanık yapar.
Teneffüsler hayatın en anlamlı anlarıdır. Sınıftan fırlayıp, simit almak için kantine
koşturursun. Fakat kantin sırası savaş meydanıdır. En önde duran çocuklar nasıl olduysa her
teneffüs ilk sırada olur. Sen parayı uzatmaya çalışırken zili duyar ve simitsiz derse geri
dönersin.


Ortaokul: Arkadaşlıklar, Kopyalar ve İlk Aşk Tecrübeleri


Ortaokul, artık büyüdüğünü sandığın ama hala ilkokul psikolojisinden çıkamadığın bir ara
dönemdir. Burada hayatın en zor sorusuyla karşılaşırsın: "Ergenlik gerçekten gerekli mi?"
Öğretmen derste anlattığı konularla gerçek sınavda sorduğu soruların tamamen farklı
olabileceğini ilk kez burada keşfedersin. Matematik dersinde tahtada toplama-çıkarma işlemi
görürsün, sınavda ise “Bir tren saatte 80 km hızla giderken, Ahmet neden hâlâ trene
binmedi?” gibi sorularla karşılaşırsın.
Ortaokulda ilk aşk deneyimi yaşanır. Genellikle bu, hiç farkında olmayan birine duyulan aşkla
başlar. Ona şiirler yazarsın, arkadaşların dalga geçer, en yakın dostun “Kanka, açılmalısın”
der. Cesaretini toplayıp gidip bir şey söyleyeceğin gün ise o kişi başka biriyle sevgili
olmuştur. İşte hayatın acımasızlığıyla ilk kez böyle tanışırsın.


Lise: Sabah Uyanma Çilesi ve Sınav Kâbusları


Liseye geçince özgürlüğün artacağını düşünürsün ama bir süre sonra anlaşılan tek şey,
sabahları daha erken kalkman gerektiğidir. Alarm çalar, ertelersin, beş dakika daha
uyuyayım dersin, gözünü açtığında annenden gelen bağırışları duyarsın: "Okula geç
kalıyorsun!"

Lisede en büyük yetenek, öğretmenle göz teması kurmamayı öğrenmektir. Çünkü göz göze
geldiğin an, en bilmediğin yerden soru gelir. Ödevleri yapmamak için gruptaki en çalışkan
arkadaşını pohpohlamak gerekir:
"Kanka, senin yazın çok güzel ya, bir göster de bakalım biz nerede yanlış yapmışız."
Böylece ödevler tamamlanır.

Ve elbette kopya sanatı devreye girer. Küçük kağıtlara yazılan formüller, sıraya kazınan
bilgiler, su şişesi etiketinin içine yazılan notlar... Ama ne olursa olsun, öğretmen sanki
gözlerinde bir tarayıcı varmış gibi seni yakalar.
Son sınıfa gelince bir başka dram başlar: Üniversite sınavı. "Hayatını belirleyecek sınav"
diye tanıtılan bu olay, seni sabahlara kadar ders çalıştıran, deneme sınavlarında ruhunu
ezen bir canavara dönüşür. Ama sınav günü gelir ve fark edersin ki, asıl önemli olan tek şey,
kalemini kaybetmemektir.
Ve mezuniyet günü... Artık büyük adam/kadın oldum diye düşünürsün. Ama o diplomayı
eline aldığında, dışarıdan gelen o sesle gerçeklerle yüzleşirsin:
"Üniversite daha zor olacak!"
Ve işte böyle, okul hayatı, büyük beklentilerle başlayıp mizahi trajedilerle dolu bir serüven
olarak sona erer. Ama yine de, dönüp bakınca en güzel anıların, en çok kahkaha attığın
zamanların orada olduğunu fark edersin. Çünkü arkadaşlarla geçirilen o okul yılları, bir daha
asla geri gelmeyecek en değerli yıllardır.