Bizim asil yalnızlığımız mı, yoksa; tutarsız ve bitmiş bir toplumun içinde tükenmişlik sendromu mu yaşadığımız bilinmez.

Bilinen; Bir yerlerde kapana kısılmış, bir aralıkta asılı kalmış hayat sevinçlerimiz..

Ve takılı kaldığımız yerde can çekişiyor; Direncimiz, mücadelemiz, yılgınlık hakim hayatlarımıza, koca toplum içinde gitgide tükenmiş yalnızlara dönüyoruz. 

Her insanın kendine ait bir yalnızlığı olmalı. Hani az eşya, çok kitap hatta arada kendi sesimizi duyabileceğimiz sessizlik olmalı hayatında, ama bu yaşadığımız böyle bir şey değil.

Bal gibi tükenmişlik sendromunun verdiği koca bir yalnızlık.

Tamam, bazen iyidir yalnız kalmak. Hani, çokluğun yarattığı o uçurumdan uzaklaşmak, ama bu böyle bir şey de değil.

Bu buz gibi bir kimsesizlik.

Hani, tercih edilmiş bir yalnızlık değil de, yaşatılanların getirdiği bir zorunluluk sanki. Hatta bazen hislerin getirdiği yükten kaçış.

Hani; İnsanların işinde, cadde-sokakta, çarşı-pazarda çaresizliğine şahitlik etmek, kaygılarını görmek yüktür özdeşlik kurabilen insana ya; Çözüm olamadığımız  şeylerden kaçış için belki de itildiğimiz zorunlu bir yalnızlıktır..

Oysa ne çok seven bir toplumduk; yaşananları anılaştırmayı, o anıları somutlaştırmayı.

Vicdanlı olmayı, mutluluğu ve mutluluk paylaşmayı, insani duyguları öncelemeyi, ne çok severdik, çok olmayı, çoğalmayı, çoğaltmayı..

Ama hepsi yalan oldu. Tıpkı yaşanan yalan hayatlar gibi.

Herkes kendi değirmenini çevirmek için yalana tutundu. Çöküş böyle başladı. Zira: Gerçek tehlike yeterince yalan duyup artık, gerçeği göremediğimizde başlar. 

Ya gerçekten görmediler.

Ya da görmek istemediler. 

Ama her iki durumda da gerçekler örtüldü. Yalan beslendi. 

Sonuç: Artık kimse vicdanı,  paylaşılacak mutluluğu, insani duyguları önemsemiyor. 

Çok olmayı, çoğalmayı, çoğaltmayı, kimse kimseyi umursamıyor.

Usta Yaşar Kemal’ in dediği gibi:

"Kendine güvendiğin için yalancı değilsin. Yalan dolan bilmediğin için yalan karşısında yenileceksin."

İşte çoğunluğun yalanla teşkilat kurduğu yerde gerçek, yüzüne tokat yiyor. Bir yanları kopuyor, kanıyor.

Sonra bakıyorsunuz; İnsanın insana sığınacağı çağ değil de  bir dağa sırt verilecek zamanlardır artık. Yalnızlığa gömülüyorsunuz.

Öyle ya, dağlar; Yalçın ve kayalıklıdır belki, ama yalan gibi zalim değildir.

Toplumda tükenmişlik sendromu yaşayanlar; İnsanların özgürlüğü kısıtlanmış, ekonomik çöküntünün içinde; emekli, emekçi boğuşurken, çaresizlikten gençler intihar ederken bir kesimin bunlara kaygılanmamasına hüzünlenenlerdir.

Bundandır; Değiştirememenin verdiği umutsuzluktan tükenmeleri, mücadele direncini kaybedip yalnızlığa gömülmeleri..

Ama bilin ki; Ses verenler olmadıkça ve direnenler kalmadıkça, öndeki umursamazların da bir gün bükülür beli, umudu tükenir. 

Ya yeniden; Sıyrılıp yalanlardan, gerçeğe tutunacak, ses olmanın yükünü birlikte paylaşacağız ya da çaresizlik girdabı herkesi içine çekecek..

Hepimiz orada yalnız başımıza tükeneceğiz..

Daha bir kaç gün önce, genç bir doktor adayı intihar etti. 

Bırakma kendini..

Beni yalnız bırakma..

Yalnızlaştırma kimseyi..

Bu kötülük sarmalından çıkmak için; Sen bana, lazımım ben sana..

Hatırla; Böyle bir şeydir, halk olma..