Dizelerini yitirmiş bir şiir gibi, yarası derin sızısı ince bir kent Hatay.
Üyesi olduğum şair ve yazarların oluşturduğu Özgür Sanatçılar Derneği, düzenlediği dayanışma etkinliğiyle kitap satışlarından elde edilen geliri, depremde en büyük felaketi yaşayan Hatay’a ulaştırmak üzere bir heyetle bölgeye gitti.
Sözcükler bir bir dağılıyor. Hangi cümleyi yazsam anlatamayacak yarayı. Hani, öyle bir acı ki harfler birer kan damlası gibi akıyor.
Tüm bu yaşananlardan; iktidarlar, kurumlar, bürokratlar sorumlu ve hatta kusurludur.
Ama bir de felaket sonrası vardır…
Toplumsal dayanışması güçlü bir toplumuz. Anında tüm duyarlılığımızla tepki verir, katkımızı sunarız. Ancak, olayın sıcaklığı soğuyup, rutinimize döndüğümüzde arkada kalan tabloyu göremeyecek kadar da çabuk unuturuz.
Elbette tablodan biz sorumlu değiliz. Ama bir gerçek var ki; yanlış siyasetlerle, siyasilerin yozlaşmasının yanı sıra, tüketime dayalı yaşamlar içinde her birimiz önce kendimize “yabancılaşmışız”. Ve toplumsal dinamiklerini kaybeden uluslarda her birimiz, modern çağın yarattığı modern bireyin “yabancılaşmasının” kusurlularıyız. Bu trajedinin içinde yalnızız.
Deprem gösterdi ki; binalardan önce kaybedilmiş toplumsal dinamiklerimizi inşa etmeliyiz. Bu da öncelikle bireysel istek ve çağrılarla can bulur.
Özgür iradesi ile seçtiklerinin baskısı altında korkan değil düşünen, bir arada yaşamın koşullarını hayatta tutan bireyler olmak zorundayız.
Çürümüş siyaseti, bozulmuş düzeni düzeltecek yine halkın kendisidir.
Güçlünün değil, herkesin hukuku olacak bir adalet sistemini, bireye; sosyalleşebileceği, yaşam koşulları da sağlayabilecek ekonomik kalkınmayı, soran sorgulayan bireyleri yeniden çoğaltabilecek özerk eğitim sistemini, ücretsiz sağlık, barınma hakkını koruyacak, gerçek bir sosyal devleti yeniden kurmak zorundayız.
Yoksa; şirazesi kaymış adaletle, tüketilmiş sağlık sistemiyle, yok sayılmış eğitimle ve yokuş aşağı inen ekonomi içinde can çekişmeye, birbirimize git gide daha çok yabancılaşarak sistem çarkında ezilmeye mahkum devam edeceğiz.
Nasıl ki yaşananların sorumlusu bizler değilsek, sonuçları tamir edecek olan da halk değildir. Ama neden olanları, düzeltilmesi gerekenleri sorgulamak ve hatta hesabını sormak toplumsal olduğu kadar bireysel sorumluluktur.
Bölgenin sorunları; halk dayanışmasının, zorunlu insani gereksinimleri karşılamasıyla aşılacak gibi değil. Bugünkü konjonktürle çözülecek gibi hiç değil…
Tam da bu yüzden, acılarımıza yabancılaşmadan dayanışmaya devam ederken, bu yaraları saracak çözümleri de zorlamak gerek.
Örgütlü bir toplum olmak, iş yeri dahi kalmamış bu kent insanlarının yeniden yaşam alanlarını kuracak, insanı önceleyen, sistemli bir siyasette ısrar etmek zorundayız.
Aksi takdirde bu kozmosta hiç birimiz; Edip Cansever’in “Çağırılmayan Yakup”undan öteye gidemeyiz ve git gide büyüyen, yabancılaşmanın getirdiği yalnızlıkla bu trajedinin içinde tükeniriz.