Hangi dalı tutsak elimizde kaldığı, umutların tükenip yaşamların yara aldığı bir yerdeyiz.

Dertler birdi bin oldu, ekonomi çöktü, para pul oldu.

Hülasa memlekette yakınmayan yok. Lakin sorumluluğa gelince alan yok.

Halk ölüm kalım sathındayken, gerçekleri karartanlara karşı, bir avuç insandan başka savunan yok.

Arada kullandığım bir kıssadan hisse:

Masal bu ya, köyün birinde akıllı olduğu kadar namuslu bir adam varmış. Öylesine iyi, dürüstmüş ki, şeytan yıllarca uğraşmış da yolundan çıkaramamış, çok sinirlenmiş. “Şuna öyle bir oyun yapayım ki anlasın şeytanlığımı demiş. Köyün su içmek için kullandığı tek çeşmesi varmış. Şeytan çeşmenin içine girmiş, adamın gelmesini beklemiş. Adam da her gün camiye giderken çeşmede abdest alırmış. O gün yine gelmiş, musluğu çevirdiğinde ne görsün? Şeytan koca kulaklı bir merkep şeklinde nanik yapıyor.

Adam bağırmış: “Çeşmede merkep var.”

Köylüler toplanmış. Şeytan onlara görünmüyor ya, ortada merkep yok. Olay bir kaç gün tekrar edince sonunda adamı akıl hastanesine kaldırmışlar. Bir zaman sonra doktorlar iyileşti mi diye adamı çeşmeye götürmüş, şeytan yine orada, nanik yapıyor. Adam da doğrucu ya;

“Vallahi de çeşmede merkep var” diyor.

Tekrar hastaneye götürüyorlar.

Aradan yıllar geçiyor. Bakıyor ki ömrü akıl hastanesinde geçecek, üstelik köyde de olmadık olaylar oluyor, çıkmış doktorların karşısına, “ben iyileştim” demiş.

Getirmişler çeşme başına, şeytan yine kahkahalarla nanik yapıyor.

“Yok” demiş, “Hiç çeşmede merkep olur mu?”

Doktorlar da artık iyi oldu diye bırakmışlar.

Şeytan, bu sefer de “Nasıl beni inkâr edersin?” diye arkasından öfkeyle bağırmış. Adam dönmüş, “Sen ordasın, bu gerçeği ikimiz de biliyoruz, ama doğruyu söylersem bana “deli” diyorlar, onların istediğini söylersem ‘akıllı’. Bu yalancı dünya da böyle. Hadi bana “eyvallah” demiş yürümüş. Akıllandığı için köylülerin, ailesinin alkışlarıyla karşılanmış.

Evet, meselimiz bu işte. Yaratılan korku iklimiyle yıllardır; Kıssadan hissedeki gibi pes edip; yalanı, büyüyen “karanlığı” kabul edenlerle 22 yıl kaybedildi.

Sonuç; toplum hakikatleri görüp de bilmesine rağmen susanlarla doldu

Oysa yaratılan suni algılar; sorunlara sorumlu hep başka argümanları gösterenlerin, toplumsal çözümsüzlük karşındaki acizliğinin ürünüydü, ama gösterilene inanmak korku iklimine hapsolmuş toplum için kolay olan oldu.

Sertleşen muktedirler ve daralan sivil alan mücadelesi içinde; gerçeğin dilinden vazgeçmeden, çıkar çarkı için topaç gibi dönmeden, acı çekmeyi göze alanlar da vardı. 

Doğruculuğun faturasını en ağır biçimde ödeyen, bildiği yolda “deli” olmayı göze alıp, dikenli olsa da yol, “aydınlık”  için yürüyenler de oldu. Ve hala bu omurgaya sahip olanlar var…

Bugün büyüyen kötülük bu sessizlikle beslendi. Doğrular yalanla, güzellikler kötülüklerle yer değiştirdi.

Şimdi öyle bir terse döndü ki zaman, dertler her şeye susanların evinide sardı. Oysa kendimizin delisi olup, çıplak gerçeği görmeyi göze alsaydık, şu an dertlerle alev alev yanmazdık. 

Adaletsiz gelir dağılımıyla her geçen gün yoksullaşıyor halk. Bu sefer de işsizlik ve bunların sonucu olarak doğan toplumsal öfkeyi; hukuksuzlukla mücadeleye değil sınıfsal çatışmaya aktarıyoruz. Oysa tüm bunlar planlı kötülüğün ürünü. 

Zira sorun; ne savaş çıkaranların elinden çocuğunu “yaşamak” için getiren “mülteci” olmak zorunda kalanların, ne eşit yaşamak isteyen Kürtler, Alevilerdir.

Sorun; Tekliğin gücünün gölgesinde kalan parlamenter sistem, halka inemeyen siyasiler, tıkanmış siyaseti açamayan muhalefetsizliktir.

Sorun; satılan fabrikalar, kapatılan hastaneler, yapılan geçiş garantili yollar, en önemlisi de hukuktur.

Artık kaybeden olmamak için görmeyip, istenildiği gibi akıllı (!) olmaya son noktayı koymak zorundayız. Halk bin bir dertle kanıyor, herkesi uyku tutmaz günler bekliyor.

Koşullar ne olursa olsun gerçeği dile getirenlerle yan yana durmak, bedel ödemeyi göze alan, gördüğünü inatla söyleyenlerden olmak zorundayız.

Elimizdeki hakikatlere sahip çıkıp, birbirimize tutunup,  kıpırdamayan muhalefeti baskılamak, zorlamak, “Vallahi de billahi de, çeşmede merkep var” diye hem haykırmak hem haykırtmak zorundayız.

Yara derin, sızı ince, yoksulluk içinde yanıyoruz.